Artık aklın ve mantığın bittiği noktadayız. Ya da iktidar çok büyük bir oyunla karşı karşıya. Çünkü bunun başka açıklaması yok.

Son bir ayda yaşadıklarımızı arka arkaya sıraladığımızda ortaya tek bir gerçek çıkıyor: Türkiye’nin sabrının taşması ve öfkeyle tamiri çok güç olabilecek bir önleme başvurması isteniyor.

BDP’liler PKK’lı teröristlerle kucaklaştığında bunun bir bedeli olacağını bilmiyorlar mı?

“Şırnak’tan Cizre’ye olan 400 kilometre PKK’nın kontrolünde, inanmayan gelsin baksın” söyleminin tüm Türkiye’de büyük infial yaratacağı hesaplanmıyor mu?

PKK çok sık aralıklarla 8-10 şehit birden verdirmesinin başına iş açacağını tahmin etmiyor mu? Bir milletvekilinin kaçırılmasının yaratacağı sorun hiç düşünülmüyor mu?

Hepsi biliniyor.

Hepsi hesaplı.

Ama bu, çok pahalı bir hesap olacaktır.

Hem Türkiye için hem de sözde Kürt halkının huzuru ve mutluluğu için savaştığını söyleyen teröristler ve yandaşları için.

Önümüzdeki günlerin olası gelişmelerini tahmin etmek zor değil.

Başbakan çok öfkeli. Çünkü çok sıkıştı.

İçi boş açılımın hiçbir yarar sağlamayacağını ilk günden beri biliyordu.

Amacı Kürt kimliğinin değil “İslam” kimliğinin daha öne çıkmasıydı. Bölge halkını bu politika ile etkilemeye çalıştı. Bir anlamda başarılı da oldu ama milliyetçi Kürtlerin bu oyunu bozabilecek güçleri olduğunu sanıyorum tam olarak hesaplamadı.

Sonuçta milliyetçi Kürtler “son kozlarını” ortaya koymaya, bir tür “intihar komandosu” rolü oynamaya karar verdiler artık.

Başbakan’ın söyleminden anlıyoruz ki, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığı yakın bir gelecekte kalkacaktır. Şartlar oluşmuştur. Parti kapatma yerine milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılacak ve BDP’li milletvekilleri tıpkı 1994’teki gibi muhtemelen Meclis’te yaka paça yakalanıp tutuklanacaklardır.

Ki sanıyorum zaten BDP’nin istediği de bu.

Ardından PKK protesto eylemlerini artıracak, Şemdinli’de oynanmak istenen oyun bölgenin başka yerlerinde sergilenmek istenecektir.

Çaresiz kalan Tayyip Erdoğan daha da şahinleşecek ve belki olağanüstü hâl ya da sıkıyönetim ilan ederek terörle mücadeleyi en sert düzeye çıkaracaktır.

Tablo ister istemez Suriye’yi andıracağı için milliyetçi Kürtler “uluslararası müdahale” talebinde bulunacaklardır.

Yanlış politikalar Türkiye’yi sonunda bu noktaya getirdi.

*****


Ege’nin özgür ortamında üç huzurlu gün

Bu hafta sonunu İzmir’de geçirdik. Önce Aliağa Belediyesi’nin 22 yıldır yapılan şenliklerine katıldım. Orhan Bursalı ve Enver Aysever’le katıldığımız Anayasa ve Basın Özgürlüğü panelinde konuştuk.

Atilla Sertel’in yönettiği panelin sonunda küçük bir tatsızlık yaşadık.

CHP’ye yönelik eleştirilerimi hazmedemeyen bir İzmir milletvekili toplantıdan ayrılıp yerine bir tetikçi gönderdi. O tetikçi eleştirilere cevap vermek yerine benim bilimsel yazılar yazmadığımı, Enver Aysever’in sosyalist olmasına rağmen yüksek maaş aldığını iddia etmeye kalktı.

Neyse ki demokrasi ve hukuka yürekten bağlı Aliağa halkı bu tetikçi provokatörü sadece alkışlarla protesto etti.

CHP Genel Merkezi bu hazımsız milletvekilinin ve tetikçisinin neler yaptığını merak ederse onlara anlatırım, burada yazıp okurlarımın da canını sıkmak istemem.

Sonraki durağımız İzmir Fuarı’ydı. Dün akşam Fuar’da Mustafa Mutlu ile birlikte “Özgür mikrofon” toplantısında İzmirlilerle sohbet ettik.

Hemen söyleyeyim, İzmir Fuarı bu yıl müthiş olmuş. Bir kere çok özenli çalışmışlar, etkinlikler ve eğlence çok fazla. İzmir halkı akın akın Fuar’a koşuyor. 10 günde 2 milyon ziyaretçinin gelmesi bekleniyor.

Ege’de olmak beni çok mutlu ediyor.

Kimileri “Tabii orada konuşmak çok kolay, herkes sizden, Kütahya’ya, Adıyaman’a, Batman’a da gitsenize” diye güya takılıyor.

Hiç de öyle değil. Oralara da gittim, konuştum.

Sözünü ettiğim şey farklı. Ege’de olağanüstü bir özgürlük ve hoşgörü var.

İnsanlar sokaklarda rahat. Herkesin yüzü gülüyor. Kimse kimseye karışmıyor.

Bir kenara oturup seyrettiğimde hep şunu düşünüyorum; “Bu manzaradan bazıları neden rahatsız olur. Türkiye’nin her tarafı böyle olsa kime ne zararı var. Hiçbir zararı olmadığı gibi güzel bir hayat aslında bu. İnsanların üzerine baskı kurup dayatmalarla nasıl yaşayacaklarını, nasıl davranacaklarını, nasıl giyineceklerini söylemek çok mu güzel.”

Ege’ye her geldiğimde bu duyguları yaşıyorum.

*****


Çıktık açık alınla 10 yılda her savaştan

Tayfun Hopalı “Yarın 10’uncu yılımızı kutluyoruz” dediğinde ağzımdan “vay canına” sözleri çıkıverdi.

10 yıl. Dile kolay. Bunun 6 yılında ben de varım.

Gururla, mutlulukla.

Vatan ne büyük zorlukla kuruldu. O tarihlerde medyadan uzakta kalmak zorunda bırakılmıştım.

25 yıl omuz omuza çalıştığım, Türkiye’de pek çok tabuyu yıkan, mucizelere imza atan arkadaşlarımı uzaktan, sevgiyle ama biraz da kıskançlıkla izliyordum.

İlk günlerde çok umutlu değildim, medya kabuk değiştirmiş, büyük sermaye egemen olmuş, bağımsız gazetecilik yapmak çok zorlaşmıştı.

Ama o güne kadar harikalar yaratan ekip için bunların önemi yoktu. Başladılar ve başardılar.

2006’nın sonlarında, hiç beklemediğim bir anda eski dostlarım kapılarını tekrar açtılar bana. O günden beri sanki mesleğe ilk başladığım günlerin heyecanı ve sevgisiyle Vatan ailesine kendimce katkıda bulunmaya çabalıyorum.

Vatan bugün başladığı gündeki gibi serbest gazetecilerin bağımsız gazetesi gibi görünmeyebilir.

Türkiye ekonomisine, sanat hayatına ve sosyal gelişmelerine pek çok olumlu imza atmış Demirören Ailesi’nin önderliğinde yürüyor yolunda.

Ama inanın bizler için değişen bir şey yok. Bizler yine aynı özgürlük ve bağımsızlık ruhu içinde heyecanı katre yitirmeden 10 yılda verilen savaşın onurlu yolunda yürüyoruz.

Bunun böyle süreceğini dost düşman herkesin bilmesi gerektiğini de hatırlatmak istiyorum.

*****


O fotoğraf

İki gündür medyada ve özellikle sosyal medyada Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü Enis Berberoğlu’nun Şemdinli sırtlarında çektirdiği fotoğraf konuşuluyor.

Siyasi olarak çok kötü fotoğraf tabii.

PKK bölgeyi kontrol altında tuttuğunu söylerken ve Başbakan bununla alay ederken, Amiral gemisi niteliğindeki gazetenin Başbakan’a payanda olmak için bu tür bir mizansene alet olması mesleğimiz adına hoş değil.

Ancak “kendinden söz ettirme” açısından dâhice bir mizansen bu. Yıllarca bu fotoğraf zihinlerde kalacaktır, orası da ayrı.

Hepsinin dışına küçük bir eleştirim var. Enis Berberoğlu fotoğraflarda üzerinde “GAP İstanbul” yazan bir tişörtle görünüyor.

GAP bölge halkı için “Güneydoğu Anadolu Projesi” anlamına geliyor ki sanıyorum Berberoğlu bunu düşünmüş.

Ancak tişörtteki GAP dünyanın en ünlü giyim markalarından biri.

Bir genel yayın müdürünün adeta göğsüne reklam almış gibi bu kadar unutulmayacak bir mizansende kalıcı görüntü bırakmasını kendisine yakıştıramadım.

GAP bu reklamı Hürriyet’e 10 sayfa reklam verse yapamazdı.

(Vatan gazetesinden alınmıştır)