Mesele sadece elitlerin nöbet değişimi mi? Yeni elitlerin yükselişi bile derinlerde bir dönüşümün sonucu değil mi?
Gündelik siyasetin dar gözlükleri görüş açımızı sahnenin önünde duran yeni yönetici seçkinlerle sınırlıyor. Derinliği yakalamamız lâzım. Gündelik siyasî tartışmalar bile, yaşadığımız köklü dönüşümün işaretlerini taşıyor. Türkiye'yi yöneten -tam da Gramsci'nin tarif ettiği- "tarihsel blok" çöktü. Yenisi artık dizginleri eline aldı. Hegemonyasını geliştirmekle meşgul. AK Parti iktidarının çoğalarak devam eden gücü, bu sürecin çarpıcı işaretlerinden sadece biri. Muhafazakâr tarihsel blok elbirliği ile, yeni bir tarihsel dönemin taşlarını döşüyor. Eskisini de tarihin tozlu raflarına kaldırıyor. Yaklaşık 150 yıldır fasılasız devam eden bir tarihsel dönemin sona erişine tanıklık ediyoruz. Delil mi? Batılılaşma sorunu neden birdenbire sırra kadem bastı?
"Batılılaşma" adını verdiğimiz esaslı bir kavga konumuz vardı. Bugün, iki asır süren bu tartışmayı hatırlayan var mı?
Benim neslimin zihin haritası, kimliği ve fikirleri bu tartışmaya göre oluştu. Kendi geleneğimiz ve tarihimizle ne kadar övünsek de, bizden üstün olan bir Batı medeniyeti vardı. Bilimi, teknolojisi ve kurumları üstündü. Hem biz olarak kalmak, hem de Batı'yı güçlü kılan unsurları almak nasıl mümkün olacaktı? Tanzimat döneminin öncesine kadar inen bu tartışma, fikir dünyamızın ana eksenini oluşturdu. Bizler de, daha önceki kuşaklardan devraldığımız bu tartışmayı sürdürdük.
Basit bir fikir münakaşasından değil, bir kütüphane dolusu kitaptan, birbirine düşman siyasî kutuplardan ve uğrunda canların alınıp verildiği bir kavgadan bahsediyoruz. Varlığımızı sürdürebilmek için Batı'dan mutlaka bir şeyler almalıydık. Peki neleri alacak, neleri muhafaza edecektik? Medeniyet sorununu nasıl çözecektik? Bu soruya çok geniş bir yelpazede zengin cevaplar üretildi. Batı'nın her şeyine karşı çıkan bir taassuptan veya sadece tekniğini almakla sınırlı muhafazakâr bir duruştan; medeniyet dairesini değiştirmeyi veya dinine kadar her şeyini benimsemeyi savunan Batıcılara kadar yığınla görüş ortaya çıktı. Siyasî-ideolojik kimlikler bu görüşler etrafında ete kemiğe büründü. Kültür çatışması, bu eksende siyasî-ekonomik çatışmaların önüne geçti. Karşılıklı saflar belirginleşti ve birbirleri ile kendilerini ifade etti.. Bu çatışmalardan bir yığın çelişki, sorun ve ürün ortaya çıktı.
Bu ürünlerden biri, içinde yaşadığımız Cumhuriyet'in kendisi. Cumhuriyet'in "muasır medeniyet seviyesine ulaşma" ideali, özünde bir Batılılaşma projesi idi. İskilipli Atıf Hoca, bu ideale kurban edildi. Bir yığın devrim bunun için yapıldı. Sadece bunlar değil. "Yenileşme dönemi Türk edebiyatı" adı verilen eserleri bir araya getirin ve içinden "Batı sorunu"nu çekip çıkartın. Geriye neredeyse hiçbir şeyin kalmadığını göreceksiniz. Peyami Safa'nın "Fatih-Harbiye" romanı tipik bir örnektir. Batılılaşma sorununa gözlerini kapayan bir edebiyat veya düşünce ürünü neredeyse yoktur. Batı'da var olan her fikir bizde, bir de Batı ve yerlilik ekseninde yeniden ikiye bölünmüştür. Ulusalcılarla milliyetçiler arasındaki farkı ancak bu şekilde kavramak mümkün. Sosyalizmin açmazının da Batıcı seçkin bir ideoloji olması gibi.
Peki bu temel kırılma, bu dev tartışma nereye kayboldu? Bu soruya verilecek cevapların da ideolojik anlamları olacak. Ama her şeyden önce bu kayboluşun hikâyesi neden kimseyi ilgilendirmiyor?
Bahsettiğimiz yok oluş çöken tarihsel blokun değerler dünyasının içinin boşalması anlamına geliyor. Bu yok oluşun hikâyesini, yok olanların anlatması imkânsız. Batı mı üstünlüğünü kaybetti, yoksa biz mi zaten yeteri kadar Batılılaştık? Bizi çıkmaz sokaklara sevk edecek bu soruların anlamı yok. Batılı değerler, zamanını tüketen seçkinlerin ve onların kurduğu hegemonyanın temel omurgası idi. Bugün bambaşka bir mimari yükseliyor.
İki asrı ipotek altına alan Batılılaşma serüvenimiz sona erdi. Bu sayfayı tekrar açmak mümkün mü? Değilse, o zaman eski elitlerin geri dönüş şansı da kalmadı.
(Zaman gazetesinden alınmıştır)