"Ayrılıktan zor belleme ölümü... Görmeyince sezilmiyor Mihriban..."
Söz Abdürrahim Karakoç'un... Orhan Hakalmaz'ın sesiyle ünlenen Mihriban şiiri, şarkısı...
Bir de Ahmet Arif'in "Hasretinden prangalar eskittim"i var...
Şimdi bu dizeleri, epeyce bir öğretmen kitlesi seslendirip duruyor.
Depremde can veren gencecik, çoğu stajyer öğretmenler gerçeği... Ve geride kalıp da hasret türküleri yakan çoğu bayan öğretmenler gerçeği...
Bunu, deprem dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ömer Dinçer'e hitaben yazdığım "Başınız sağ olsun Sayın Bakan" yazısından sonra öğrendim.
Tam "Bir dokun bin ah işit kase-i fağfurdan" örneği...
Aman Allah'ım, mail kutum öğretmen hikâyeleriyle doldu. Hikâyeleri mi desem, çığlığı mı desem, aşk ve hasret nidaları mı desem...
Vallahi Sayın Bakan, oralarda sizin çocuklarınız, özellikle de bayan öğretmenler, ölümle ayrılığı birbirinden tefrik edemeyecek bir ruh durumu içindeler...
Eşlerinden ayrı yaşayanlar, çocuklarından ayrı yaşayanlar, çocukları babalarından ayrı olanlar, nişanlanıp evlenemeyenler, evlenip üç gün beraberlikten sonra şarkaz garba savrulanlar... Kategori kategori ama hepsinde, bir ayrılık ve hasret destanı...
Hoş, ayrılık hasreti, hasret sevdayı besler diye de düşünülebilir. "Çok muhabbet tez ayrılık getirir" diyenler de olmuştur. "Yiğit sevdiğinden soğur sarılmayı sarılmayı" diyenler de olmuştur. Hasret türküleri bizim kültürümüzde ciltler doldurur. Bana gelen mektuplarda, ayrılıkların yürekleri kasıp kavurduğu ayan beyan görülüyor.
Göndersem, sizin için yeni bir bilgi olur mu bilmiyorum, olmaz eminim, mutlaka biliyorsunuzdur, mutlaka onları oralarda eşlerinden, bazen çocuklarından ayrı ayrı tutmanızın bir gerekçesi vardır.
Hatta son KHK'ya, özür tayinlerini erteleyen bir madde koydurmanızın da bir gerekçesi vardır.
Belki tahmin de edebilirim o gerekçeyi:
Bölge öğretmensiz kalmasın.
Bölgede öğretmenlik, belirli bir kesimin tekelinde bulunmasın.
Bölgeye tayin edilenler üç gün sonra eş durumundan başka bir yere gitmeyi düşünmesin vs...
Bölgeye yoğun öğretmen tayini, belki oradaki sancılı durumu ortadan kaldırmanın ayaklarından biridir de...
Biliyorum, prensip insanısınız.
Ama insansınız.
İnsani durumlarla zaruretleri birbirine kaynaştırmanın yolunu bulmak da, sizin bildiğim o çok geniş ufuklu organizasyon becerinizin içinde yer almalı diye düşünüyorum.
Gelen mektupların duygu yoğunluğunun içinden çıkan ilk sonuç, Sayın Bakan, "zatıalinize karşı burukluk ve serzeniş."
Sizi tanıdığım için "Sayın Dinçer, öğretmenin eğitim içindeki fonksiyonunu görmüyor, daha baştan öğretmenleri kurban verdi" gibi değerlendirmelere iştirak etmek istemiyorum. Ama bu algının çok yaygın olduğunu ve sizin misyonunuzu en önce anlaması ve eğitim ortamına taşıması gereken bu camiada burukluk meydana getirdiğini söylemeliyim.
Belki de "Ben onları kazanırım" gibi bir takviminiz vardır. Bu takvim varsa, gecikmemesi doğru olur diye düşünüyorum.
Depremde Van'da olmalıydınız, bana göre. Öğretmenler toprağa verilirken, tıpkı anneleri, babaları gibi, onların tabutlarını okşamalıydınız.
Ya da şimdi, yarın eğitim yeniden başlarken bölgedeki öğretmenleri toplayıp, onların sorunlarını paylaşmayı, sorunlarını çözme vaadinde bulunmayı, şu sıralar çözüm üretmişseniz o müjdeyi vermeyi planlamalısınız.
Milli Eğitim ve öğretmen... Olmazsa olmaz ikili...
Öğretmene kendisini taşımayan bir Milli Eğitim Bakanı'nın başarılı olabileceğini düşünemiyorum.
Sizin başarılı olmanızı canı gönülden istiyorum. Bu hükümetin Milli Eğitim'de beklenen hamleyi henüz yapmadığına ve size görevin tam da bunun için düştüğüne inanan bir insan olarak "öğretmen" konusunu, çok özel bir gündem haline dönüştürmenizi diliyorum.
Kendi derdine düşmüş bir öğretmen istemeyeceğinizden eminim. Onun için dertlerini çözmek lazım öğretmenlerin... Sevgili Bakan...
Bin mesajdan biri: "Üç günlük bebeğini İstanbul'da bırakıp göreve giden bir öğretmen olarak öğretmenlerle ilgili yazınız için teşekkür..."