Daha gazetelere bakma fırsatı bulamadan “Gördün mü, seninkiler Atatürk’ü ‘1 numara’ ilân etmişler” telefonuyla kendime geldim. ‘Benimkiler’ mi? Yapma yahu? Sonunda Star öyle şey yapmaz” diyebildim.

Star yapmamış zaten... Yurtdışında okurken yolu Cemaat’le kesişmiş gencin sahibi olduğu, Akın İpek’in Bugün gazetesini satın aldığında yayını kendisine emanet ettiği meslektaşın yönettiği, muhalif kalemlerin köşeleri işgal ettiği gazeteymiş bunu yapan....

Atatürk ‘1 numara’ ha? Oysa, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın annesinin cenaze töreninde camiye en büyük çelengi gönderen kişi için ‘1 numara’ diyor bazıları...

Bize benzer bir süreci yaklaşık 20 yıl önce yaşamış İtalya’da ‘Gladio’ yapılanması, çok sayıda subayı bağrında barındırıyordu, ama hiç de azımsanmayacak sayıda politikacı, yargıç, bürokrat, gazeteci de vardı örgütte ve hepsi Licio Gelli adlı bir işadamının liderliğini kabul etmişlerdi.

‘1 Numara’nın illâ ‘apoletli biri’ olması gerekmiyor...

Yapılanma o döneme kadar gitmediğinden Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna ‘1 numara’ denmesinin anlamını gerçekten çıkaramadım. Sevmedikleri sivil yönetimlere karşı gençlere isyan hakkı tanıyan sözleri Atatürk’ün ağzına yakıştırmıştı birileri; o nutuktan hareketle siyasileri sıkıştırırlardı geçmişte... Sonradan uydurma olduğu anlaşıldı ‘Bursa Nutku’ denilen metnin...

Eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından ‘şeyhülmuhabirin’ ilân edilmiş mesleğin en eski müntesiplerinden Şemsi Sılkım, yeni çıkan anılarında, bir örnekten hareketle, Atatürk dönemiyle bugünü mukayese edip “Atatürk döneminde hesap soran manşetler atılabilirdi” sonucunu (s. 19) çıkarıyor.

Keşke başka bir örnek verseydi Atatürk’ün basına müsmahalı olduğuna... ‘Vakit’ olan adını Atatürk’ün Öztürkçe ‘Kurun’a çevirttiği gazetenin “Hükümete hitabediyoruz: 15 gün bekleyin dediniz, bekledik. 16. gündeyiz. Vaziyet nedir? Ne oluyor? Ne olacaktır? Türk milletini yeniden tenvir ediniz” manşeti başka bir şey anlatıyor çünkü...

O tarihte (25 Aralık 1937) ‘Hükümet’in başı Celal Bayar... Konu: Hatay’ın âkıbeti... Hükümetle basın kafa kafaya vermiş, kontrollü bir psikolojik savaş uygulanıyor Suriye’ye karşı... Sadece ‘Kurun’un değil, diğerlerinin de manşeti farklı değil o gün...

M. Ertuğrul Düzdağ himmet etmiş, uzunca bir dönemi değişik coğrafyalarda yaşayarak gözlemlemiş şair Ali Ulvi Kurucu’nun hatıralarını üç cilt halinde yayınlamış. Hemen edindim, okumaya başladım. İkinci cildin başlarında (s.57-61) daha önce hiçbir yerde görmediğim bir tanıklıkla karşılaştım...

Veled Çelebi Mevlevilerin şeyhi... Mustafa Sabri Efendi Şeyhülislâm... Sultan Vahdeddin padişah... Bu üçlüden Mustafa Sabri Efendi aralarında geçen muhavereyi sonradan Kahire’de Ali Ulvi Bey’in de aralarında bulunduğu bir gruba anlatıyor...

Konu: Anadolu’ya halkı mücadeleye kaldıracak bir subay gönderilmesi... Padişah Mustafa Kemal’e bu görevi vermiştir, ama henüz ilân edilmediği için Veled Çelebi lehte, Mustafa Sabri Efendi de aleyhte kulis yapmak için ayrı ayrı Sultan’ın yanına gitmişlerdir.

Aynı zamanda ‘Sadrazam Vekili’ olan Sabri Efendi huzura kabul edildiğinde Çelebi oradadır; yeni geleni görünce bozulur, hemen ayrılır. “Padişahı bir selâmladı! Ben ömrümde ne öyle selâm gördüm, ne de verebilirim. Yerlere kadar eğilerek, öyle bir temenna” diye anlatıyor Sabri Efendi gördüğünü... Padişah ise temennadan memnun “Çok nazik bir insan, değil mi efendim?” diye soruyor...

Neyse. Padişah uzun sohbet sırasında Mustafa Kemal’e tam itimadından söz ediyor. Onu “Ateşîn bir zekâ” diye anıyor. “Ne pahasına olursa olsun vatanımı kurtarmak istiyorum” diyor. İtirazları dinlemiyor.

Padişah’ın okuduğu Ziya Paşa’ya ait “Herkesin maksudu bir, amma rivayet muhtelif” mısraıyla sohbet hitama eriyor...

‘Gurbet cehennemi’ sırasında yeniden karşılaşır Sabri Efendi ile eski Padişah. En iyisi, edinin hatıratı, aralarında geçeni kitaptan okuyun...