Üç isim: BDP lideri Selahattin Demirtaş, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ve gazeteci Bekir Coşkun, öz itibarıyla aynı şeyi yapıyorlar.

Üçü de askeri tahkir ve tahrik ediyor. Bu ortak paydada nasıl buluştuklarını sorgulamamız lâzım. Aslan kendisine ayrılan sınırların içinde, yatmış dinleniyor. Muzır seyircilerden biri eline küçük bir taş parçası alıp, Aslan'ın tam burnuna isabet ettiriyor. Herhalde aradaki demirlere güveniyor.

Asker, iktidar denkleminin bir parçası olmaktan çıkınca, siyasî olarak da kendini savunamaz duruma geldi. Askerin hukukunu ve onurunu savunmak artık hepimizin görevi. Dikkat edin: Dün askere dalkavukluk edenler ile bugün hakaret yağdıranlar aynı kişiler. Askerî vesayet düzeni ile hesabını görenlerden ses çıkmıyor. Örnek, doğrudan bu satırların yazarı. Genelkurmay Karargâhı'nı kast ederek "Orduyu lağvedelim" dediğim zaman, darbe soruşturmaları başlamamıştı. Bugün askerin hakkına-hukukuna sahip çıkmak, bana aile şerefimi savunmak gibi geliyor. Babamın ve kardeşimin sırtında gördüğüm üniformanın şerefi bu. Askerlik gerçekten zor bir meslek. "Neden bu zorluklara katlanıyorsunuz?" sorusuna verilecek tek cevap var: "Şerefi için." Mutlaka her mesleğin bir şerefi vardır; ama askerlik sadece şereften ibaret bir meslek. "Vatan için ölmek" vazifesini bir meslek olarak sürdürmenin başka açıklaması yok.

Ordu bizim ordumuz. Genelkurmay'ın resmî verilerine göre 750 bin personelden oluşan bir ordumuz var. Demek ki Türk ordusu, 75 milyonluk koca milletin tam % 1'ini teşkil ediyor. Bu millette hangi haslet ve yetenek varsa, biz ne isek ordumuz da o. Darbe soruşturmaları bize bir gerçeği gösterdi. Ordumuz darbeci bir çete tarafından esir alınmış. Her taşın altından aynı adamların çıkması, ordunun ezici çoğunluğunun darbe işlerinin dışında olduğunu ispatladı.

Son günlerde Genelkurmay'ın peş peşe yaptığı açıklamaları siyasî olarak savunmasız bir kurumun mecburiyeti olarak değerlendirmek lâzım. Bu cevapların doğrudan siyasî makamlar tarafından verilmesi en doğrusu. Başbakan'ın bu hakaretler karşısında askerin haysiyetine sahip çıkması, siyasî sorumluluğunun bir parçası olarak görülmeli. Alenen tahrik ve tahkirde bulunanların, demokratik bir eleştiriye konu edilmesi de, diğer aydınların sorumluluğu. Türkiye normalleşiyor. Genelkurmay'ın belki de sivil bir basın sözcülüğü ihdas ederek bu hücumlara karşılık vermesi gerekecek.

Bu vesile ile iki önemli bilgi edindik. Birincisi ordumuzun demokrasiye bağlılığı. Türk subayını ve kurmay ufkunu ciddiye almak lâzım. Darbelerin ve darbeciliğin bu ülkeye neler kaybettirdiğini bizler, demokrasiyi, özgürlükleri, ülkenin refahını merkeze alarak eleştirdik. Bir kurmay subay ise, aynı eleştiriyi ülkenin güvenliğini, uluslararası itibarını ve askerlik mesleğinin gereklerini merkeze alarak yapıyor. Darbeciliğin özeti: Devlet içinde silahla sürdürülen iktidar mücadelesi, bir ülkenin kendi ayağına G-3 şarjörü boşaltması anlamına geliyor. Kurmay subay, yaşanan tecrübelerden bu sonucu çıkartır.

İkincisi ise, askerî okullarda verilen eğitimin Milli Eğitim ve YÖK ile koordineli yapıldığı açıklaması. Genelkurmay açıklamasında "darbe eğitimi vermiyoruz" diyor. Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde hocalık yaparken çok sayıda kurmay subay öğrencim oldu. Subaylarımız entelektüel; dünyanın gidişatını ve temel dinamiklerini çok iyi kavrıyorlar. Gelişmelere açıklar. Özünde askerî bir konu olmayan demokrasinin ve ekonominin, bir ülkenin güvenliği için taşıdığı önemin farkındalar. Müfredatları açık. Bu müfredat daha ileri teknik-entelektüel beceriler için geliştirilebilir. Geliştirilmesi de gerekir. Buna askerler de itiraz etmezler. Bu müfredatın içinde "darbecilik" yer alamaz. Peki darbecilik nereden çıkıyor? Bu sorunun cevabını doğru verelim. Darbecilik askerlik mesleğinin kendi iç dinamiklerinden, tarihinden ve eğitiminden gelmiyor. Dışarıdan geliyor. Dün parlattığı asker postalında gördüğü aksine hayran olanlar; bugün geçmişin nostaljisi ile askeri tahkir edenler darbeciliğin asıl kaynağı. Onların sayısı, sesi ve etkisi azaldığına göre demek ki bu kaynak da kuruyor.

İşin özü: Askere yapılan hakareti millete yapılmış saymamız; askeri tahrik etmeyi, demokrasiye saldırı olarak görmemiz lâzım.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)