Yoğurtçular Parkı’nda Alex’in gözlerinin dolu dolu olduğu heykelinin açılış törenini izliyorum...

Fenerbahçe taraftarı yalnız bırakmamış onu...

Toplanıp gelmişler...

Bir gece önce çok sevdikleri ve bir yıl tam destek arkasında durdukları başkanları Aziz Yıldırım “Alex bir efsane değil...” dediği halde hep birlikte Alex’in stadın karşısındaki parktaki heykelinin açılışına gelmişler... 8 yıldır Fenerbahçe’de Alex...

Oysa Türkiye’ye gelen yabancılar içinde hiç de iyi cv’si olan futbolcular içinde yer almıyordu...

Avrupa’nın vasat takımlarında bile başarılı olamamış, iyi bir Brezilyalı futbolcuydu...

Bugün Aziz Yıldırım tersini söylese de 8 yılda Fenerbahçe’ye yaptıklarıyla taraftarın gözünde bir efsanedir Alex...

***


Alex konusunda haklı değil Aziz Yıldırım...

Birkaç yıl önce yuhalanırken Alex’e sahip çıkmasını hatırlatıyor Başkan...

Doğru bir başkanlık vizyonu ve becerisiydi, o gün yuhalanırken Alex’in arkasında durması Aziz Yıldırım’ın...

Galatasaray’da ilk senesinde Fatih Terim’i “köylü, Galatasaray’a yakışmaz” diye yerin dibine batırırlarken de Faruk Süren, Terim’in arkasında durmuştu...

Zamanında eleştirilip “istenmemesi” Fatih Terim’in Galatasaray’da efsanelerden biri olma özelliğini değiştirmiyor...

Fenerbahçe’nin Avrupa’daki en başarılı sezonunun, en büyük mimarıdır Alex...

Sekiz yıldır bu takımda oynayıp, asist kralı ve gol kralı olup, şampiyonlukların altındaki en büyük imza olmak, “efsane yapmıyorsa bir futbolcuyu” ne yapıyor efsane, bunu söyleyebilir mi Aziz Yıldırım?..

***


Gheorghe Hagi beş sezon oynadı Galatasaray’da...

Galatasaray’a geldiği gün, dünya çapında bir kariyeri vardı...

Hem Real Madrid’de, hem Barcelona’da oynamıştı...

Alex’in mütevazı cv’sinin çok üzerinde bir cv’si vardı...

Galatasaray’a UEFA kupasını kazandıran ekibin başındaydı...

Alex eğer Hagi gibi bir futbolcuyla kıyaslanabiliyorsa, zaten Fenerbahçe’nin yaşayan efsanesidir...

Benim üzüldüğüm nokta “Alex efsane mi değil mi” tartışması değil...

Efsane mi değil mi ona taraftar gönlünde karar vermiştir...

Fakat Alex’in belki de bu sezon Fenerbahçe’den gitmesi söz konusu...

8 yıldır bu takıma en fazla katkıyı sağlayan Brezilyalı, “çok yüksek para alıyor, takıma yeterince katkı sağlamıyor” gerekçesiyle gitti gidecek...

Alex’in on katı büyük cv’yle gelmişti Beşiktaş’a Quaresma...

Porto’da, İnter’de, Barcelona’da, Chelsea’de, Sporting Lizbon’da oynamışlığı vardı...

Kaç maç oynadı kaç maç kazandırdı hala bir muammadır...

Gelmeden tribünde besteler yapıldı Quaresma için... Geldikten sonrayı geçtim, gelmeden önce efsaneydi

tribünlerde...

Quaresma’yı yaşayan camialar için Alex bir efsanedir...

Aziz Yıldırım, Lefter’in, Ogün’ün, Can Bartu’nun, Ziya’nın, Cemil’in, Aykut’un, Oğuz’un hatta Şenol Birol’un Fenerbahçe’sinin, Alex’in Fenerbahçe’sinin gösterdiği uluslararası başarıyı bile yakalayamadığını unutmamalı...

Ya onlar efsane değil (ki haşa sümme haşa!..)

Ya da Alex heykeli dikilecek bir efsanedir...

KAFANIZ NET VE ZİHNİNİZ CÖMERTSE...


Japonya’da Edo döneminde güçlü ve saygın bir efendinin yanında çalışan ünlü bir “çaycı” vardı...

Ünlü “çaycı”, Japonya’da bir meditasyon seansını andıran ve çok önemli bulunan çay merasiminin ustası ve işinin ehliydi...

Efendisi bir gün işlerini halletmek için “başkent”e gitmeye karar verdi...

Çaycı’sına da emir verdi:

-”Hazırlan sen de geliyorsun... Başkentte senin çayını içmeden işlerimi halledemem...”

***


Oysa o tarihlerde Japonya çok tehlikeliydi...

Haydutlar ile “ronin” denilen ustasız samuraylar Japonya’yı kırıp geçirmekteydi...

Çaycı çok korkmuştu...

Efendisine şöyle dedi:

“Ben silah kullanmasını hiç beceremem, yollarda başım derde girerse ne yaparım?..”

Efendisi yanıtladı:

-”Sen de çaycı olduğun belli olmasın diye bir kılıç kuşanıp, samuray kılığına gir...”

Çaycı çaresiz kalmıştı...

Samuray gibi giyinip efendisiyle başkentin yolunu tuttu...

***


Efendisinin olmadığı bir gün çaycı tek başına gezmeye çıktı...

O sırada yanına yaklaşan bir “ronin” ona meydan okudu...

Madem sen “samuraysın, savaşçısın, görelim bakalım marifetlerini...”

Çaycı “ronin”e hemen durumunu izah etmeye kalktı...

-”Ben kavgadan anlamam... Sadece bir çaycıyım...”

Ronin cevap verdi:

-”Samuray olmadığın halde samuray gibi giyinmişsen, kılıcımla öleceksin...”

Çaycı çıkış yolu bulmak için uğraştı didindi ve fakat pek bir şey bulamadı...

Bunun üzerine;

-”Bana birkaç saat ver” dedi... “Efendimin işlerini bitirip geleyim... Öğleden sonra yine havuzun başında buluşalım...”

-”Gelmezsen seni bulurum ve karışmam...” dedi ronin...

***


Çaycı süratle başkentin en ünlü dövüş sanatları okulunun yolunu tuttu...

Dosdoğru başsamuraya giderek “Yalvarırım bana bir samuray için en şerefli ölüm şekli nedir öğretir misiniz?..” diye sordu...

Başsamuray şaşırmıştı...

Bugüne kadar herkes dövüş sanatı öğrenmek için gelirdi...

Bu çaycı, “nasıl şerefli bir şekilde öleceğini” soruyordu...

Nedenini sordu...

Çaycı ronin ile karşılaşmasını anlattı...

-”Tek bildiğim iş çay yapmak... Oysa bugün o adamla ölümüne savaşa tutuşacağım... Tek isteğim bir nebze şerefli ölmek...”

Başsamuray, “pekala” dedi, “sen şimdi bana bir çay demle, sonra ne yapacağını sana anlatırım...”

***


Çaycının canı çok sıkılmıştı...

Şerefli bir samuray ölümünün nasıl olacağını öğrenmeyi beklerken, yine çay yapması isteniyordu kendisinden...

Yoğun bir odaklanma içinde çayı hazırlamaya koyuldu...

Küçük ocakta, dağdan gelen kaynak suyunun kaynamasını süratle izledi...

Sonra çay yapraklarını suya attı...

Çayı yıkayıp azar azar süzdü...

En sonunda avuçlarına oturttuğu çay fincanını baş samuraya ikram etti...

Baş samuray tüm süreci izlemişti...

Çaydan bir yudum aldıktan sonra; “hayatımda içtiğim en güzel çay bu... Sana hemen söyleyeyim ölmene hiç gerek yok...” dedi...

Çaycı “Bana ne öğreteceksiniz?..” diye sordu...

-”Sana bir şey öğretmeme gerek yok...” dedi baş samuray...

“Roninle karşılaştığında çay yaparken içinde bulunduğun zihinsel durumu hatırlaman yeter... Aynı şekilde davran... Başka bir şeye ihtiyacın yok senin...”

***


Çaycı bunları dinledikten sonra randevusuna gitti...

Ronin onu bekliyordu...

-”Madem geldin hemen başlayalım” diyerek kılıcını çekti...

Çaycı yol boyunca büyük samurayın söylediklerini düşünüp durmuştu...

O nedenle tam çayını hazırlarken içinde bulunduğu zihinsel durumun içine soktu kendisini...

Yüzünü ronine döndü...

Bakışı rakibine odakladı, sonra telaşsızca şapkasını çıkartıp yanına yerleştirdi...

Üzerindeki bol entariyi çıkarttı, yavaşça katlayıp şapkasının altına düzgün bir şekilde koydu...

Sonra yanında getirdiği kumaş şeritleri alıp, iç entarisinin kollarını sıkıca bileklerine tutturdu...

Aynı işleri pantolonunun paçalarına da uyguladı...

Tutuşacağı kavgaya uygun giysileri, tepeden tırnağa büyük bir sükunet içinde kuşandı...

***


Ronin giderek sinirleniyordu...

İzledikçe huzuru kaçıyordu...

Zira rakibinin silah kullanma becerisini kestiremez haldeydi...

Adamın gözlerindeki ifade ve gülümseyişi, güvensizliğinin artmasına neden oluyordu...

Çaycının giyinmesi sona erince, son hareketi kılıcını kınından bir ıslıkla çekmek ve onu havada savurmak oldu...

Orada durdu çaycı...

Çünkü bir sonraki adımda ne yapacağını bilmiyordu...

O sırada beklenmedik bir şey oldu ve ronin kendisini yere atarak, çaycının dizlerine kapandı...

-”Canımı bağışla... Yalvarırım sana...” diyordu... “ben hayatımda bu kadar yetenekli bir savaşçı henüz görmedim...”

***


Bu öykünün öğrettiği gerçek şudur;

Güçlü bir yürek, güçlü bir ruh hem içimizden gelen kaçınılmaz pişmanlıklarımızı hem de hayatımızdaki önlenebilir pişmanlıklarımızı telafi eder...

Size değişmez bir amaç ve yüksek moral vererek dolu ve etkin bir yaşamı mümkün kılar...

Bu şekilde her gün yeniden doğabilir, başkalarına da bütün bu güzellikleri yaşamanın yollarını gösterebilirsiniz...

Eğer kafanız net ve zihniniz cömertse, samimi ve cesursanız o zaman pek çok beklenmedik nimeti seçebileceğinizi ve herkesin size çok güzel şeyler söylemeye istekli olacağını görürsünüz...

(Bu öykü, Konfüçyüs... Modern Dünyada Kadim Bilgelik... isimli kitaptan alındı...)

(Vatan gazetesinden alınmıştır)