Kamuoyunda oluşturulan havanın aksine Sivas davası zamanaşımına uğramadı.

Sadece hakkında tutuklama kararı olan beş kişinin yakalanamaması sebebiyle, bu beş kişiye ceza verilememesi söz konusu oldu. Yoksa Sivas olaylarına karıştığı söylenen yüzlerce kişi yargılandı, çeşitli cezalara çarptırıldı ve bu yüzden hapiste yatıyorlar. Bugün tartışılan konu; yurtdışında olduğu sanılan beş kişiyle ilgili sadece...

1993 yılında meydana gelen hadiseden sonra, olaylara karıştığı öne sürülen kişiler yakalanmış, yargılanmış ve çeşitli cezalara çarptırılmıştı. 28 Şubat\'ın postmodern darbecileri, baskılarla daha önce verilen kararları iptal ettirmiş, sanıkların siyasî bir mahkemede yargılanmasını sağlamışlardı. Bütün bunların sonucunda da, söz konusu sanıklar ağır cezalarla karşılaşmıştı. Hatta 33 kişiye idam cezası verilmiş ama Türkiye\'de idam cezası kaldırıldığı için karar müebbet hapse çevrilmişti.

Durum böyle iken biz yine bir medya illüzyonuyla karşı karşıyayız. Sanki Sivas davası, Hamit Fendoğlu\'nun, Kemal Türkler\'in katledilmesinde olduğu gibi zamanaşımına uğramış, hiç kimse ceza almadan kapatılmış gibi bir hava estiriliyor.

Burada şunu belirtmek gerekir ki, kim suçlu ise mutlaka cezasını çekmeli, kriminal bir olaya karışan herkes bunun diyetini ödemelidir. Kesinlikle zamanaşımına müsaade etmemek gerekir. Ancak olayı böyle tartışmaya devam edersek bu illüzyon bizi tam anlamıyla esareti altına alacak.

Hâlâ olayın gerçek yüzünün ne olduğunu kimse konuşmuyor. Hâlâ olay, \'1993 gizli darbesi\'nin kapsamına alınarak, bu açıdan değerlendirmeye tabi tutulmuyor. Hâlâ birileri, SHP\'ye yakınlığıyla bilinen dönemin Valisi Aydın Karabilgin\'i çağırıp, \"Bu olaya neden müdahale etmedin? Güvenlik görevlilerinin sevk ve idaresini, olayları kontrol altına alacak şekilde niye yapmadın?\" diye sormuyor. Ayrıca, olaydan birkaç gün sonra Sivas\'a misilleme olarak yapılan ya da yaptırılan Başbağlar katliamından dolayı kimlerin içeride olduğunu, kimlerin bu katliam sebebiyle ceza aldığını da bilmiyoruz.

Bu tarzın; yani \'sadece benim acımın, sadece benim mağduriyetimin önemi var\' anlayışının çirkinliğini, çiğliğini görebiliyor musunuz? Sivas\'ı yüz bin kere anıp da bir kere bile Başbağlar\'ı konuşmaya yanaşmayanlar, bunu vicdanlarında nasıl izah edebiliyor, anlayamıyorum. Küçük büyük fark etmeden kendi mağduriyeti için feryat figan edenlerin ötekinin ölümüne bu kadar gamsız, bu kadar kaygısız kalmasını anlamak gerçekten zor.

Ama hepsinden garip olanı, ısrarla bu konunun kökünü araştırmama konusundaki kararlılıkları! Olağanüstü durumlar isteyenlerin en bildik oyunu olan Alevi-Sünni çatışmalarını kimlerin tezgâhladığı konusunun üzerine hiç eğilmiyorlar. Oysa 12 Eylül öncesindeki Sivas, Maraş, Çorum olaylarıyla Madımak ve Gazi olaylarını incelediğinizde tezgâhın neredeyse birebir aynı olduğunu görürsünüz. Burada, arkadaki karanlık eli hiç görmeden sürekli sonuç üzerinden siyasi gelir elde etme çalışmalarının çirkinliği ayan beyan ortada değil midir?

Bir daha diyelim; Sivas olaylarıyla ilgili zamanaşımını hiçbir vicdan kabul edemez. Tıpkı bütün zamanaşımıyla düşmüş, kamu vicdanında hâlâ yara olarak kalan yüzlerce dava gibi. Ama yıllardır bu ülkede cinayetler işleyen, kanla beslenen o karanlık yapıyı görmezden gelmeye devam ederseniz daha çok Alevi, daha çok Sünni, daha çok Kürt kanının döküldüğüne şahitlik edersiniz. Başkasının acısı üzerinden, başkasının canı üzerinden siyasi rant devşirmekten vazgeçmezseniz, bu karanlık eller -Allah muhafaza- sizin canınızı da acıtabilir.

ZAMAN