Diyelim ki Ahmet Şık beş para etmez bir kitap yazdı.
Diyelim ki Ahmet Şık’ın yazdığı kitap yalan yanlış bilgilerle dolu.
Diyelim ki Ahmet Şık’ın yazdığı kitap “Ergenekon çevrelerinin çıkarına uygun” bir yapıda.
Ne olacak?
Hapislerde mi çürütülecek bu adam?
* * *
Bir insanın “Gazeteci Nedim Şener neden hapiste?” diye sorması için ille de Nedim Şener’in yazdığı her satıra sonuna kadar sahip çıkması mı gerekir?
Diyelim ki Nedim Şener, yazdığı kitapla polisi suçlayıp askeri kollamayı hedefledi.
Suç mudur bu?
Buna karşı yazacaksan en fazla “kitap eleştirisi” yazarsın, “tutuklama müzekkeresi” yazmaya kalkışmak da neyin nesi?
Hem söyler misiniz, polisi hedef gösterip askeri kollamak içeri tıkılmanın gerekçesi olabiliyorsa...
Neden askeri hedef gösterip polisi kollamak içeri tıkılmaya değil de el üstünde tutulmaya gerekçe olabiliyor?
Yok mu bir çarpıklık burada?
Ayrıca...
Diyelim ki Nedim Şener, Hanefi Avcı’nın kitabına katkıda bulunmuş olsun.
Bu da mı suç?
Böyle yapanı hapse mi atacaksınız? Beslemeyin de asın bari...
* * *
Eski emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı’nın geçmişte “işkenceci” olması, yazdığı bir kitap yüzünden başına gelenlere “eyvallah” demeyi gerektirir mi?
İyi de bu Hanefi Avcı denilen adamın geçmiş günahları varsa, geçmiş sevapları yok mu?
Askerin mutlak egemen olduğu, yani herkesin asker korkusuyla sağa sola kaçıştığı bir dönemde Hanefi Avcı, “Susurluk çetesinin içindeki askeri unsurları” açığa çıkarıyor, siz de “Allah razı olsun Hanefi Bey’den, çok büyük hizmet yapıyor” diyordunuz.
Bu mudur sizin vefanız?
Anladık sizde vefa yok.
Peki kitap yazdı diye adama mavi gökyüzünü dar etmek de neyin nesi?
* * *
Bir insanın “Soner Yalçın ve arkadaşları neden içeride?” diye sorması için ille de Soner Yalçın’ın kafa dengi mi olması gerekiyor?
İlle de Yalçın Küçük’ü ciddiye alması mı gerekiyor? Odatv’de yazılıp çizilen her şeyle hemfikir mi olması gerekiyor?
Hem Soner Yalçın ve arkadaşlarının dünya görüşüyle, durduğu yerle farklı bir noktada durmak, hem de “İnternet sitesinden terör örgütü mü çıkar?” diye sormak mümkün değil mi?
Soner Yalçın ve arkadaşlarının durdukları yeri, yaptıkları haberleri, Ergenekon sanıkları için gösterdikleri gayreti kıyasıya eleştiriyor olman, onların hapse tıkılmalarına alkış tutmanı gerektirir mi?
Paul Auster’ı davetin ‘fikir babası’ kimdir?
GEÇEN çarşamba akşamı Tarafsız Bölge’de Kemal Kılıçdaroğlu konuğumuz oldu.
Program sırasında kendisine Twitter’dan gelen soruları da sorduk.
Sorulardan biri şuydu:
“Başbakan’ın gelmezsen gelme dediği yazar Paul Auster’ı Türkiye’ye davet etmek ister misiniz?”
Kılıçdaroğlu bu soruya “olabilir” diye yanıt verdi. Ertesi gün ise “olabilir”i resmi bir davete çevirdi.
Yani CHP’nin Paul Auster’ı Türkiye’ye davet etme fikri, bir Twitter’cıdan çıktı.
Demek ki neymiş?
Orada sadece “hakara / makara” yapılmıyormuş.
Adabını bilmeyenler için kavgada adap kılavuzu
BİR: Düşene vurulmaz.
İKİ: “Aman” dileyene el kalkmaz.
ÜÇ: Kavganın ortasında “abi” çağrılmaz.
DÖRT: Araya “patron” sokuşturulmaz.
BEŞ: Arkaya “savcı” alınmaz.
ALTI: Büyük dururken küçüğe saldırılmaz.
YEDİ: Eli kolu bağlı olana tekme yumruk girişilmez.
Köşesini kaybedenlerin iki devirdeki durumları
28 Şubat devrinde:
Köşesini kaybeden dönemin muhalifleri, en azından Yeni Şafak gazetesinde köşe sahibi olabiliyorlar, bir camianın ellerinin üstünde tutuluyorlardı. Örnek: Mehmet Barlas... Örnek: Nazlı Ilıcak...
* * *
Bu devirde:
İktidara yakın bir gazetede yazarken köşesini kaybeden dönemin yeni muhalifine, herhangi bir merkez gazetesinin köşe açması bayağı bir cesaret haline gelmiş durumda... Örnek: Mehmet Altan...
Peygamber ve Atatürk
PEYGAMBERİMİZ ile Atatürk’ü kıyaslamak hem Peygamberimize hem de Atatürk’e büyük haksızlık. Fakat gelin görün ki...
Bunu iki kesim de yapıyor.
Atatürkçülüğün bir din gibi algılanmasını eleştiren muhafazakârlar da bu kıyaslamaya dalıyor, Atatürk’ü çok sevdiğini söyleyenler de...
Muhafazakârlar “Ne yani? Atatürk peygamber mi? Gençliğe Hitabe ayet mi?” diyerek bunu yapıyor.
Atatürkçüler ise “İki Mustafa” edebiyatına dalarak bunu yapıyor.
* * *
Amaçları farklı olsa da, maksatları başka olsa da, niyetleri iyi olsa da...
Her iki kesim de bu kıyaslamayla büyük yanlış yapıyorlar.
Çünkü...
Bir peygamber ile dünyevi bir lider kıyaslanamaz. Her şeyin yerli yerine oturması için zihinlerin arka-planına yerleşmiş olan bu tür yanlış kıyaslamalardan vazgeçilmesi şarttır.
Dindar ve ateist
“DİNDAR insan” eşittir “ahlaklı insan” mıdır? Ya da şöyle soralım:
“Ateist insan” eşittir “ahlaksız insan” mıdır? İşin felsefesini yapmak benim boyumu aşar. Ama benim boyumu aşmayacak bir iddiam var:
* * *
Nice dindarlar gördüm ki...
Arkadan vurdular, kalleşlik yaptılar, iftira attılar, zulmettiler, lakap taktılar, katile arka çıktılar.
Nice ateistler gördüm ki...
Dindarın da hakkını savundular, kalleşlik yapmadılar, arkadan vurmadılar, zulmetmediler. Ve yine...
Nice dindarlar gördüm ki...
Hakkı savunmaktan, zalime karşı durmaktan, yiğitlik yapmaktan milim sapmadılar.
Nice ateistler gördüm ki...
Hep kendilerine yonttular, başkalarının haklarını gasp ettiler, zulmettiler.
Suriye’nin yalanlaması
İDDİA şu:
Suriye güvenlik güçleri Mevlit Kandili’nde Humus’a saldırmış. 300’ü aşkın ölü varmış. Şehre bombalar yağdırılmış. Zehirli gaz kullanılmış...
Suriye yetkilileri ise “Hepsi yalan, hepsi uydurma, hepsi mizansen” diyorlar.
* * *
Suriye yönetiminin dramı işte burada başlıyor. İddialar muhaliflerin palavrası olsa bile...
Tüm dünyada “doğru” kabul ediliyor.
Neden?
Çünkü biliniyor ki Suriye kapalı bir rejimdir, orada özgür basın yoktur, açıklık ve şeffaflık işlemez...
Bu tür bir rejimle idare edilen ülke yönetimin “Biz katliam yapmadık” demesinin bir kıymeti olur mu? Olmaz tabii...
İşte bu nedenle bütün gözler muhaliflerin iddialarına çevriliyor, bağımsız kaynakların verdikleri kısıtlı bilgilere inanılıyor.
Bir de akıllara geçmişte “Baba Esad’ın Hama’da yaptığı katliam” gelince...
Hiç kimse “Belki Suriye yönetimi doğru söylüyordur” demiyor.
(Hürriyet)