Osmanlı’nın Batılılaşma ve reform çabaları 19’uncu yüzyılın başından itibaren başlamıştır.
Islahat siyaseti olarak adlandırılan bu dönemin en yoğun ve tutarlı uygulamaları 1839-1871 yılları arasında yaşanmıştır. (1)
Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839’da Topkapı Sarayı’nın dış bahçesi Gülhane’de okundu.
Yeni kurulan Batı tarzı Osmanlı Ordusu, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ordusu karşısında Nizip Savaşı’nda hezimete uğramıştı.
Mehmet Ali Paşa’nın başarısının ardında idare, vergi, ekonomi ve eğitim alanlarında yaptığı reformlar yatmaktaydı.
Reşit Paşa, Osmanlı’yı Mısır benzeri reformların kurtaracağına herkesi ikna etti.
Abdülmecid, Padişah olarak tahtta oturuyordu.
Yani, Sultan Abdülmecid, devletin merkezileşmesi, vilayetlerdeki feodal ailelerin gücünün kırılması, Osmanlı sınırları içinde ulaşım ve iletişim ağının güçlendirilmesi, Ulema’nın gücünün kısıtlanması ve aralarında Mustafa Kemal’in de bulunduğu devrimci kuşakların yetişmesini sağlayacak eğitim kurumlarının açılmasını sağlayacak dönemi başlatan isimdir. (2)
Aralarında Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi isimlerin bulunduğu Jön Türkler bu dönemde sahneye çıktı ve Tanzimat’ın yüzeyselliği kadar otoriter karakterini de sorgulamaya başladılar.
Tanzimat Fermanı, müslüman ya da gayri-müslim farkı gözetmeden tüm Osmanlı unsurlarına uygulanacak ilkeler içeriyordu. O dönemin koşulları için bu bir devrimdi.
Can ve mal güvenliğine yönelik garantiler, adil vergi sistemi, 4 veya 5 yılla sınırlandırılmış askerlik hizmeti sözünü veriyordu devlet.
Abdülmecit, babası 2. Mahmud’un keyfi ve düzensiz uygulamalarını tarafsız, rasyonel bir düzene sokacak adımları atmıştı yani.
Ancak hem bu kurallara uygulayacak eğitimli kadrolar yoktu, hem de hem müslümanlar, hem de gayri-müslimler yeni eşitlikçi uygulamadan rahatsızdı.
Osmanlı, ekonomik ve toplumsal yapısı açısından Batılı ülkelerle rekabet gücünü hızla kaybediyordu.
Üstelik, önce din temeline dayalı milliyetçi duygular filizlenmeye başlamıştı. İmparatorluk içindeki her dini grubun Batılı bir koruyucusu vardı ve bu grupların haklarını korumak iddiasıyla Saray’a sık sık müdahale ediyorlardı.
Böyle bir ortamda, Rusya’ya karşı Kırım Savaşı kaybedildi ve kez 18 Şubat 1856’da Islahat Fermanı ilan edildi.
Amaç, Avrupa ile daha güçlü ilişkiler kurmak, bu yolla imparatorluğun bütünlüğünü korumaktı.
Yani, Sultan Abdülmecid, bu coğrafyanın çağdaşlaşma, Batılılaşma, hukuka ve kurala bağlı kalma yolunda 200 küsur yıl önce başlayan çaba ve mücadelenin en önemli isimlerinden biriydi.
Dönemin koşulları, insan yapısının kısıtlı olması, dış güçlerin müdahaleleri, azınlıkların bağımsızlık talepleri ve dünyanın hızlı değişimi bu çabaların arzulanan sonucu vermesini engelledi.
Bu reformların ilk tohumunu oluşturduğu değişim rüzgarı Anadolu’nun kaderini değiştirecek kadroları yetiştirecek okulların temelini atılmasını da sağladı.
Abdülmecid ve ondan sonra gelen Abdülaziz, bu dönemde oynadıkları rol nedeniyle özel bir ilgiyi hak eder.
Diyeceğim o ki, Türkiye’nin çağdaşlaşma, Batılılaşma çabaları 1923’ten çok önce başlamıştı.
Bu gerçekleri bilmek tarihi daha doğru anlamamızı sağlar.
O yüzden günüyle ilgili tartışmaları yapalım ama Abdülmecid’in tarih sahnesinde hak ettiği yeri almasını sağlayacak toplantılardan rahatsız olmayalım.
Bu aslında onlara bir borcumuz.
(1) Eric Jan Zücher, Milli Mücadelede İttihatçılık, İletişim Yayınları.
(2) Caroline Finkel, Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı, Timaş yayınları
Vicdani Red
Vicdani red, bir insanın ahlâki tercihi, dini inancı, felsefi görüşü ya da politik bakış açısı nedenleriyle askerlik yapmayı reddetmesidir.
Yani, bir insanın yukarıda sayılı gerekçeleri öne sürerek silah taşımama kararıdır.
Hukuk çerçevesinden bakınca, vicdan ve inanç özgürlüğü kapsamına girer.
Vicdani redciler, asker kaçaklarından farklı olarak saklanmaz ve kendisini ortaya koyar.
Asker kaçağı, hizmetin zor gelmesi, çoluk çocuğa karışmış olması, iş kurmuş olması gibi nedenlere sahiptir ve bu nedenler ona koruma sağlamaz.
Ancak vicdani red, vicdan ve inanç özgürlüğü kapsamına girdiği için uluslararası hukukun koruması altındadır.
Türkiye, bugün Avrupa Konseyi’nin Azerbaycan’la birlikte bu temel hakkı tanımayan iki ülkesinden biri.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı, Türkiye’yi bu alanda düzenleme yapmaya zorladı.
Vicdani redciler her çağdaş hukuk sisteminde olduğu gibi kabul edilecek ve hizmetlerini kamu veya sivil toplum kuruluşlarında çalışarak yapmaları sağlanacak.
Umarız, lafta kalmaz.