Eski apartmanımızda, sürekli karısını döven bir adam vardı.
Bir gün yardım için kadınla konuştuk; kocasının işleri yolunda gitsin diye dua ettiğini söyledi.
“Niye” diye sorduk:
“İşler kötü giderse acısını benden çıkarıyor da ondan” dedi.
Son kürtaj-sezaryen tartışması bana bunu hatırlatıyor.
Korkarım hükümet de Uludere’de işler kötüye gittikçe, Kürt sorunu çetrefilleştikçe, grevler, eylemler, itirazlar yükseldikçe acısını kadınlardan çıkarıyor.
Son gol:
Kürtaj yasa tasarısı...
“Kürtaj cinayettir” lafı, yakında yasaklanacağına alamettir.
Kürtajın yasak olduğu dönemde, düşük için feci yöntemler denerken ölen, illegal muayenehanelerde sakat kalan kadınları hatırlayanlar uyarmaya çalışıyor; ama duyurmak ne mümkün.
Başbakan “dindar nesil” icraatına “3 çocuk kampanyası”yla başladı.
Kürtajla devam etti.
Sezaryene kadar geldi.
Bu gidişle iş, İrlanda’daki gibi “boşanma yasağı”na uzanabilir.
* * *
Bunların, rahmetli Özal’ın da pek sevdiği türden bir “asıl gündemi unutturmak için suni gündem yaratma faaliyeti” olduğunun hemen herkes farkında...
Oysa bu kadar mesaiye gerek yoktu.
Uludere’den sonra Başbakan’ın söylemesi gereken 4 cümle vardı:
“Devlet vahim bir hata yapmıştır.
Bunun örtbas edilmesi mümkün değildir.
Başbakan olarak devlet adına özür diliyorum.
Sorumluların bir an önce ortaya çıkarılıp yargılanacağına söz veriyorum.”
O kadar!
Erdoğan, en başta bu dört cümleyi kurmadığı için beş aydır çırpınıyor. Çırpındıkça da batıyor.
İnsan bir kez yanlış yola sapınca her sapakta biraz daha kaybolur ya, aynen öyle...
Son grup toplantısında bu kez Amerikan basınını azarlama, bombalamaya mazeret bulma ve hatta savunma noktasına kadar geldi. Ölenlerin ardından, “Merhumu nasıl bilirdiniz” sorusuna “İyiydi” demeyi inancı gereği insanlık görevi sayan hangi insan, kazara vurulmuş kurbanların arkasından “Zaten kaçakçıydı. Elinde mayın haritası vardı. Öldürülmese yargılanacaktı” diye bahane sıralar.
Hangi Müslüman, evlatlarını böyle bir katliamda kaybetmiş ana babalara, 5 aydır sorumluların bulunmamasının hesabını vereceği yerde, “Hatalıyız dedik ya, daha kaç kere diyeceğiz” diyebilir?
Hangi devlet adamı, başında olduğu devletin hatasıyla katledilmiş insanların tabutunun hangi bayrağa sarıldığını sorgulayabilir? Devlet cenazelere sahip çıktı, özür için tören düzenledi de, o insanlar al yıldızlı bayrak örtmeyi mi reddetti?
Daha da vahimi:
Uludere gibi korkunç bir hata, geçen hafta Kayseri’de bomba yüklü bir aracın 94 kilometre boyunca durdurulmamış olmasına gerekçe olabilir mi?
Böylesi bir güvenlik zaafı, “Uludere’yi çok büyüttünüz, elimizi korkuttunuz” diye geçiştirilebilir mi?
Durdurmak ille ateş açarak, bombalayarak mı olur; bir aracın lastiğini patlatmak, sınırda insanları bombalamaktan zor mudur?
* * *
Başbakan sıkıştıkça, katliama üzülen bir çizgiden, katliamı üstlenen bir çizgiye yürüyor.
Ve Uludere’yi kürtaja benzettikçe, yolunda gitmeyen işlerin acısını kadından çıkaran hırçın komşumuza benziyor.
(Milliyet)