28 Şubat iddianamesini okudukça dehşete kapılıyorum. Bu ülkeyi ve bu milleti Allah kurtarmış. Eğer cuntacıların planı, Allah korusun gerçekleşmiş olsaydı bugün İngilizler ve Amerikalılar ülkeye müdahale etmiş ve işgalci güçlerin kontrolünde olmuş olacaktık.
Öyle inanıyorum ki; Cebab-i Allah mazlumların, garibanların, yoksulların, bu topraklarda yatan peygamberlerin, sahabilerin, evliyaların ve ermişlerin suyu hürmetine, memleketimizin helak olmasına izin vermedi.
28 Şubat iddianamesinin içeriğinde neler yok ki… 12 Aralık günü Bakanlar Kurulu toplantısına MGK'dan gelen dosyalar sunuluyor.
Doğu Anadolu'da uygulanan politikaları eleştiren, Kürt nüfusunun önlenemez biçimde artığına, bunun ileride vahim sonuçlara yol açabileceğine ve silah kaçakçılığının ardında bazı politikacıların olduğuna dikkat çekiliyor ve milletvekillerinin Meclis dışındaki eylemlerindeki suçlar için dokunulmazlıklarının kaldırılmasını tavsiye ediliyor.
28 Şubat iddianamesinden benim anladığım; cuntacıların 3 büyük hedefi; darbeyle, katliamla ve sürgünle bertaraf ve yok etme planı vardır. Birinci plan bütün İslam değerlerini yok ederek İslam alemine bir cehennem hayatını yaşatmak. Bu çerçevede İslam kimlikli Refah Partisi iktidarını devirmek, yerine cuntacı, Kemalist ve diktatör bir rejimi hayata geçirmektir.
İkinci büyük plan; Kürt halkını, adı konmasa da bir soykırımla yeryüzü coğrafyasında silmek ve Kürd’ün görüldüğü yerde yok edilmesini sağlamaktır.
Üçüncü büyük hedefi de Fethullah Gülen hareketiyle birlikte bütün cemaatleri haritadan silmek ve esamelerinin okunmamasını sağlamaktır.
Burada bir parantez açarak özellikle Kürt halkının hasretinden prangalar eskittiğini söyleyen başta BDP, bugünlerde demokrasi kahramanı olan CHP ve Ak Parti, bu MGK raporlarının kamuoyuna sunulması için çaba sarf etmeli, raporu hazırlayanlar adaletin önüne çıkarılmalı ve onlardan hesap sorulması sağlanmalıdır.
İddianamede: “İmam Hatip okullarının yanı sıra yurtiçinde ve yurtdışında açtıkları, kurdukları ve/veya denetledikleri Kur’an kursu, dersane, okul ve üniversiteler vasıtasıyla yoğun, yaygın ve etkili bir eğitim çalışması yürüten irticai unsurlar, kendine özgü eğitim olanakları yaratmaktadır.
Bilinçli olarak kamu yönetimi alanında spesifik hedeflere göre adam yetiştirmekte, yurt ve pansiyonlar ağı sayesinde barınma olanağı sağlamakta, öğrencilere önemli miktarda burs, harçlık, eğitim araç ve gereçleri temin etmektedir.
Bu çerçevede sadece Fethullah GÜLEN’e ait yurtiçinde ve yurtdışında toplam 448 yurt, 346 dersane, 181 okul ve 3 özel üniversite bulunmaktadır.”denilmektedir.
Ayrıca TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonunca 28 Şubat Savcılığına gönderilen belgelerde de aynı ifadeler yer almaktadır.
CEVAP 23 kısmında ise, konunun bütün boyutlarıyla araştırılarak alınacak tedbirlerin tespiti için Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin görevlendirilmesinde fayda mülahaza edilmektedir diye belirtilmiştir.”diye yazılmaktadır.
En çirkin yalan ve iftira ise şu: “İrticai kesimin nihai amaçlarına ulaşmada takip ettikleri stratejilerinin üçüncü aşamasını cihad oluşturmaktadır. Diğer bir ifade ile şayet demokratik yol ile siyasi iktidar ele geçirilemez ise oluşturacakları silahlı kitle ile devlet güçlerinin tasfiye edilmesi suretiyle teokratik rejimin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır.
Refah Partisi; iktidarın silahla ele geçirilmesi gerektiğinde ihtiyaç duyacağı silahlı gücü yaratma ve silah temin etme yönünde büyük atılımlar göstermekte, bu kapsamda hızla silah temin etmektedir.”denilmektedir.
Diyarbakır Ak Parti eski milletvekili Prof. Dr. Aziz Akgül ile ilgili iddia da çok ilginç. “İDDİA 13’da, Doç.Bnb.rütbesi ile silahlı kuvvetlerde iken yabancı kadın ile evlenmek suretiyle ordudan ayrılan, ancak Milli Görüş ideolojisini benimseyen Prof.Dr.Aziz AKGÜL başbakanlık başdanışmanlığına getirilmiştir şeklinde belirtildiği,
CEVAP 13 kısmında ise Prof.Dr.Aziz AKGÜL Başbakan imzası ile tekemmül eden Başbakan Başdanışmanlığına atanmıştır şeklinde belirtilmiştir. (Sayfanın üst tarafına el yazısı ile hiçbir işlem yapılmayacak diye yazılmıştır.)”denilmektedir.
İddianamede;”Çeşitli problemlere sahip değişik rütbelerdeki askeri personele yaklaşarak, bunları Nurcu, Fethullahçı, Nakşibendici ve Kürtçü-İslamcı subaylar ve astsubaylar olarak bölmek suretiyle tarikatlar bazında ele geçirerek kendi saflarına katılmaları yönünde yoğun girişimlerde bulunmakta, böylece TSK’ni içerden parçalayarak birlik ve beraberliğini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.”diyor cuntacılar.
Bundan da; “Herkesin kanun önünde eşit olduğu” maddesi de tamamen yalan, sahtekarlık ve ikiyüzlülükle dolu olduğu da anlaşılmaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın dün Kızılçeşme mitinginde derin devletin ülkeyi karıştırdığına ve kimi medyanın da satılık olduğuna dikkat çekmesi de haksız bir eleştiri değildir. Bakınız iddianamede bu konuyla ilgili Savcı neler yazıyor:
“Değerlendirme; Batı Çalışma Grubu siyasi partiler ve belediyeleri takip ettiği, kendi felsefesi doğrultusunda suç saydığı fiilleri işleyenler hakkında işlem yapmaya çalıştıkları, işlem yapmayan görevliler hakkında suç duyurusunda bulundukları ve işlem yapılmadığı takdirde batı çalışma grubu siyasi partiler ve belediyelerle ilgili olarak tedricen artan örtülü ve psikolojik harekat tedbirleri uyguladıkları,
Bu konuda Genelkurmay Psikolojik Harekat Dairesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığının kullanıldığı,
O dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve şu an başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Sultanbeyli Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak hakkında Batı Çalışma Grubu aleyhlerinde basında birçok haber çıkardıkları ve bunları yargılattıkları, bu faaliyetlerin belgede belirtildiği gibi tedricen artan örtülü ve psikolojik harekat tedbirinin uygulandığını göstermektedir. “diyor.