Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden 28 Şubat davasının son duruşmasında 28 Şubat sanıklarından Alican Türk'ün avukatı Atilla Bingöl'ün ifadeleri damgasını vurdu.
Tutuklu sanıkların kalmadığı davaya olan ilgi giderek azalmaktadır.
Müştekiler yani mağdurlar artık eskisi gibi duruşmalara katılmamaktadır. Gerçi davanın başlangıcından beri Müştekilerin davaya çok ilgi gösterdiği de pek söylenemez.
Ama en azından bu kadar da ilgisiz değillerdi. Son duruşmada ben, Sincan eski Belediye Başkanı Bekir Yıldız ve davayı başından beri takip eden Ahmet Rasim Erenler vardı.
Başbakanın siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın “Türk ordusuna kumpas kuruldu” açıklaması, siyaset ve yargı çevrelerini heyecanlandırdığı ve hareketli günlerin yaşanmasına neden olduğu gibi bu açıklamanın 28 Şubat sanık ve avukatları üzerinde de olumlu etki yaptığı açıkça görülmektedir.
Duruşmalarda yapılan hemen hemen bütün savunmalarda Akdoğan'a atıflar yapılmakta, darbecilerin suçsuz ve masum oldukları savunulmaktadır. Ergenekon ve Balyoz gibi davalar da alınan mahkumiyetlerin haksız olduğu ve tekrar yeniden yargılanmaların yapılması gerektiği belirtilmektedir.
Sanık ve avukatları sanki yıllardır arayıpta bulamadıkları bir şeyi aniden bulmuş olmanın mutluluğunu yaşar gibi bütün savunmalarını son gelişmeler üzerinden yapmakta ve reflekslerini de ona göre ayarlamaktadırlar.
Sesleri daha gür çıkmakta ve adeta asıl suçlular dışarıdadır demektedirler.
İşi daha da ileri götürüp, hazırlanan 28 Şubat iddianamesinin de tamamen bir düzmece, amaç TSK'yı yıpratmak olduğu ve birileri TSK'dan intikam almak istediğini de söyleyenler var.
Adeta toplum hafızasıyla alay eden, geçmişte hiçbir şey yaşanmamış gibi davranan, dindarlar, cemaatler ve Kürtler üzerinde hiçbir baskı uygulanmamış gibi hareket eden 28 Şubat'çıların elini güçlendiren Yalçın Akdoğan ve Akdoğan'a destek veren hükümet, mağduru olduğu iddia ettiği 28 Şubat darbecilerini adeta temize çıkarmakta ve kendi geçmişlerini inkar etmektedirler.
Yani 28 Şubat Post Modern Darbesi, Dost Modern Darbesine dönüştü.
Daha önce de ifade ettiğim gibi, her ne kadar bütün tartışmalar Yalçın Akdoğan'ın Star'da yazdığı makale üzerinden yapılıyorsa da, bu konu tartışmaya açılmadan mutlaka hükümet tarafından tartışılıp konuşulduğu, bir karara bağlandığı ve bu açıklama görevinin de Akdoğan'a verildiği de ap açık ortadadır.
Yani burada yekten Akdoğan'ı da suçlamak, perde arkasındaki yaşananları yok saymak Akdoğan'a da haksızlık olacaktır. Eğer aksi olsaydı zaten o açıklama üzerinden hükümet, Adalet Bakanlığı, Barolar Birliği ve Parti sözcüleri harekete geçmez, formül arayışına girmez ve konu açıldığı gibi kapatılırdı.
İster bu 17 Aralık'ta yapılan yolsuzluk operasyonun üstünü kapatmak ve gündemi değiştirmek için bir manevra olduğunu düşün, isterseniz başka bir şey düşününüz, geldiğimiz sonuç ortadadır ve bu da gerçeği değiştirmeyecektir.
Alican Türk ve Çevik Bir'in avukatı olan Atilla Bingöl, son duruşmada;
28 Şubat'ta yaşananların kesinlikle bir darbe olmadığı gibi, Çiller'in 28 Şubat'tan bir yıl önceki iktidar mücadelesinden başka bir şey olmadığını iddia ederek, geçtiğimiz günlerde Taraf Gazetesi tarafından ortaya çıkarılan 2004 MGK kararlarının ortaya çımasından sonra da 28 Şubat davasının tamamen çöktüğünü illerdi sürdü.
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu raporuna da değinen Bingöl, söz konusu raporda da 28 Şubat'ta yaşananların bir darbe olmadığının açık bir göstergesi olduğunu illeri sürdü.
Sayıları önce 500 civarında olan ve sonrasında bine yaklaşan Müştekilerin hiçbir tanesinin bu davaya müdahil olamayacağını, davanın hükümeti cebren düşürmeye yönelik suçlama olduğunu, Müştekilerin şikayetleriyle hiçbir ilgisinin de olmadığını savunan Avukat Atilla Bingöl, müştekilerin müdahilliklerin kabul edilmesinin de hukuka aykırı olacağını söyledi.
Kısa adı BÇG olan Batı Çalışma Grubu tarafından da hiç kimsenin fişlenmediğini ve kimseninde mağdur edilmediğini iddia eden Bingöl, 28 Şubat davasının düşürülmesi gerektiğinin de altını çizdi.
Duruşmada mahkeme başkanı Teyyar Köksal 15 dakika ara verdiği sırada dışarıda Atilla Bingöl'e ayak üstü kısa bir soru sordum.
Kendisine 'siz duruşmada hiç kimsenin BÇG tarafından fişlenmediğini iddia ettiniz. Oysa ki benim fişlenmem bizzat asker tarafından yapıldı, buna ne diyeceksiniz?' soruma Bingöl;
“Fişlemeler İçişleri Bakanlığı tarafından yapılmıştır. Jandarma da İçişlerine bağlıdır. Dolaysıyla sizin fişlemeyi BÇG veya TSK değil İçişleri Bakanlığı yapmıştır. Siz bu davaya müdahil olmak istemekle yanlış yapıyorsunuz.”dedi.
Mahkeme koridorunda ayaküstü konuştuğum bazı sanık yakın ve avukatları da “yahu güzel kardeşim, 2004 yılında alınan MGK kararlarını gördünüz, okudunuz. Fişlemeleri kimin yaptığını gördünüz. Siz hala TSK'yı mı suçluyorsunuz? Bak Başbakanın has adamı Yalçın'da (Yalçın Akdoğan) aynı şeyi söylemiyor mu? Söylüyor. Eee siz daha neyin peşindesiniz? Bu dava bitmiştir, yakında diğer silah arkadaşlarımızda çıkacaklar. Sadece çıkarılmaları için bir yol bulmaya çalışıyorlar..”dediler.
Mahkeme Pazatesiye kadar duruşmalara ara verdi.
Duruşmadan çıkarken kendi kendime düşündüm; sahiden benim yaşadıklarım yalan, gördüklerim rüya ve duyduklarım gaipten gelmiş olabilir mi?
Koca 1309 sayfalık iddianamenin tamamı kurgu, hayal mahsulü olabilir mi?
Paşalarımız boşu boşuna paşa paşa yatmış olabilirler mi?
Yargımız, adaletimiz, hakimlerimiz, savcılarımız ve polislerimiz kendi kendilerine oturup Ergenekoncu, Balyozcu, Poyrazcı ve 28 Şubatçı paşalar hakkında plan kurup kumpas kurmuş olabilirler mi?
Geçen yazdım, Kürtlere neden adalet işlenmez diye. Ama bugün anlıyorum ki adaletin olmadığı bir yerde, adalet sadece Kürtlere değil hiç kimseye de işlemez.
Aristokratlar ve egemenler dışında....