Bugün 1 Mayıs. Meydanlar kavga değil bayram yeri. Ama benim aklım birkaç gün öncesinde.

27 Nisan'da yani. Son muhtırada. Geceyarısı internet sitesinden yayınlanan bildirinin 5. yıldönümünü geride bıraktık. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt 'Haberleri izledim, canım sıkıldı, ben yazdım' dedi ama perde arkası tam aydınlanabilmiş değil.

Amacı belliydi: Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek. Etkisi olmadı değil. Kısa ömürlü sonuçlar doğurdu. Anayasa Mahkemesi muhtıranın gölgesinde '367' kararını verdi. CHP hadi neyse... Ancak Erkan Mumcu'nun başında bulunduğu Anavatan Partisi ile Mehmet Ağar'ın genel başkanı olduğu Demokrat Parti de Meclis'e girmedi. 367 yüzünden Meclis cumhurbaşkanı seçemedi ve erken seçim kararı aldı.

Mumcu ve Ağar'ın neden oylamalara katılmadığı çok tartışıldı. Birçok iddia ortaya atıldı. Gerçek çok geçmeden anlaşıldı. Tahmin edildiği gibiydi. İsmail Hakkı Karadayı'nın ses kaydında şöyle yer aldı: 'Mumcu teklifi yapan kendisi... Ben şeye girme dedim, cumhurbaşkanlığı seçimine kesinlikle girme dedim, girmedi, o girseydi seçiliyordu'. Doğru, Mumcu girseydi 367 engeli aşılıyordu.

27 Nisan sıradan bir tarih değil, Türkiye için dönüm noktası. Keşke arka planı tam aydınlanabilse... O muhtıra metni hangi sürecin sonucunda hazırlandı? Bazı siyasi partilerin rolü oldu mu? Bir siyasi parti ile Genelkurmay arasında mekik dokuyan bazı akademisyenler hangi mesajları taşıdı? Hükümetin karşı bildiri hazırlığını öğrenen Büyükanıt neden panikledi? 'Aman yapmayın' ricasına ne karşılık aldı?

'Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü huyu vardır'. Öncesi ve sonrasıyla 27 Nisan muhtırasının da aydınlanacağına eminim. 12 Eylül'ün, 28 Şubat'ın yargılandığı bir ortamda, 27 Nisan dosyasının açılmaması düşünülemez. Meclis darbe, müdahale ve muhtıraları araştırmak için komisyon kurdu. 27 Nisan da bu kapsamda... Burada yeni bilgilerin ortaya çıkacağı kesin.

27 Nisan dönüm noktası derken neyi mi kastediyorum. İzah etmeye çalışayım. Muhtıradan sonra tarihin akışı çok hızlandı. Olaylar başdöndürücü hızla gelişti. 27 Nisan, 28 Nisan'ı doğurdu. Siyaset tarihinde bir ilk yaşandı. Hükümet bildiriye aynı sertlikle cevap verdi. Asıl muhtıra 28 Nisan bildirisi oldu. Başbakan Erdoğan selefleri gibi 'şapkasını' alıp gitmedi, dik durdu, askere 'yerinizi bilin' dedi. Bu duruşa halk da destek verdi. İki ay sonra yapılan seçimlerde AK Parti oylarını yüzde 47'ye çıkardı. Halkın 27 Nisan'a cevabıydı. Abdullah Gül, Çankaya Köşkü'ne gecikmeyle çıktı. 27 Nisancılar pes etmedi, ülkenin kaderini tehlikeye atmayı göze alarak, son bir hamleyle AK Parti'ye kapatma davası açtılar. Başta Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AK Parti'ye vücut veren isimlere siyasi yasak istediler.

AK Parti '1' oyla kapatılmaktan kurtuldu. Ülke büyük bir badire atlattı. Bir üyenin oyu iklimi değiştirdi. Ve darbelerle hesaplaşma süreci başladı. 12 Eylül ve 28 Şubat'a kadar uzandı. 27 Nisan muhtırası olmasaydı, Ergenekon ve Balyoz gibi büyük davalar gündeme gelir miydi? Ben şüpheliyim. 27 Nisan darbelerle hesaplaşma sürecinin başlangıcı. O yüzden dönüm noktası.

Hiç düşündünüz mü 28 Nisan değil de 27 Nisan muhtırası hükmünü icra etseydi acaba ne olurdu? Çankaya Köşkü'nde Abdullah Gül değil bir başkası oturuyor olacaktı. AK Parti kapatılmış yerine, daha 'light' bir parti kurulacaktı. Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'ın aktörleri olduğu merkez sağ siyasetin odağına oturacaktı. Sistem üzerindeki 'askeri vesayet' ağırlaşarak devam edecekti.

İyi ki 27 Nisan değil, 28 Nisan kazandı. Tarih hızlandı. Demokrasinin önü açıldı. Halk, iktidar oyununun aktörü oldu. Yaşasın 28 Nisan. Bugünlere kolay gelinmedi, hatırlatmak istedim.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)