Üç yüz altmış beş gün okurlarımızın kafasını karıştırdığımız yetmiyormuş gibi, biz gazetecilerin takvimin son yaprağı çevrilmeden bütün bir sene neler yaşadığımızı okurlarımıza hatırlatmak gibi garip bir alışkanlığımız var.
Geçmişe dönüp ne haltlar yediğimizi görmek, iğne ile kuyu kazmaktan farksız. Bu zorlu görev bana verilince, gazetelerin web sayfaları ile medya sitelerini didikleyip, davalar, tutuklamalar, seçim, deprem, şike ve rating operasyonları gibi önemli olayların dışında nelere, kimlere "haber" sıfatıyla yer verdiğimize bakmak zorunda kaldım. Sayemizde 2011 itibariyle manzarai umumiye şöyleydi:
En popüler konu tv dizileriydi. Sadece dizinin hikayesi değil, oyuncuların özel yaşamlarıyla da kalbimize bağdaş kurup oturdular ve içten içe bizi yeyip bitirdiler. "En kötü kadın karakter kim?" sıralamasında birinciliği Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin Carolin'i aldı. Yılın başında zavallı Fatmagül evden kaçıp, Asu'nun evine sığınırken, yüzlerini şeytan göresiceYaşaranlar'ın Erdoğan'ı "Mahvettik kızın hayatını, canavarız biz" dedi. Yıl sonu itibariyle durum, Erdoğan tacize devam ettiği Fatmagül'ün abisinden yediği sopayla komaya girmişti.
Kıvanç Tatlıtuğ, bu yıl Kuzey-Güney'de sadece oyunculuğuyla değil, vücut baklavalarıyla da tartışıldı. Sanalda belalısı Ferhat'la kör dövüşü yaparken, gerçekte organizatör Erkan Özarman'ın bel altı vuruşlarına karşı gözlerini dört açtı. Eski patronuna göre Kıvanç meğer havyarı zeytin ezmesi sanırmış, Paris'e gittiklerinde Catherine Deneuve'ı da tanımamış. Olacak iş değil! Tazminat davası açmak yetmez ağız dalaşı da lazım: "Lafa bakarım laf mı, söyleyene bakarım adam mı?"
Zuhur ettiği yıldan bugüne kadar, fevkaladenin fevkinde maruz kaldığımız Bülent Ersoy hezeyanlarıyla başettik, ki şöyle diyordu: "Nikahsız birlikteliğim olmadı. Birol vardı bir tek... 12 sene onunla nikahsızdım, yalan atmayayım. Onun dışında iki evlilik yaptım... Başka hayatıma hiç giren olmadı. Sanatkar olduğum halde hep duru kalabildim." Dikkat! Divamız sanatkar olduğu halde duru kalmış!
Yılın en çok konuşulan işadamı kuşkuşuz Ali Ağaoğlu idi. Yaptığı binalardan çok, lüks arabaları, helikopteri ve özel hayatı ile gündemdeydi. Topluma "Kadının iyisi az görür, az duyar, az konuşur" vecizesini hediye eden Ağaoğlu'nun Van depreminden sonra "Biz de vaktiyle inşaaatlarımızda deniz kumu kullanmıştık" itirafı nedense özel hayatı kadar ses getirmedi. Canlı yayınlanan bir televizyon programına helikopteriyle gelişi saniye saniye verildi ki, haberciliğin zirvesiydi.
Özel hayat teşhirinde gazeteciler ve televizyoncular asla geride kalmadılar. Sunucu Esra Erol hamile kaldığını canlı yayında açıklayınca milletçe sevinçlere gark olduk, önce şişkin ve çıplak karnını gösterdi bize, sonra bebeğini de ekran yıldızı yaptı. Çocuk niye annesinden geride kalsındı, öyle değil miydi ya!
Köşe yazarlarının bir bölümü yılı, değerli düşünceleriyle okurları beslemektense, bazı meslektaşlarının kişiliklerini küçültmekle geçirdiler. Kendilerine kanaat önderi muamelesi yapılan bu yazarlar, ayrıca yeyip içtiklerini, gidip gördüklerini, yatıp kalktıklarını, giyip çıkardıklarını anlatmakta çok cömert davrandılar. Sayelerinde kıt olan görgümüz arttı. Birbirlerine sataşırken yararlandıkları kelime hazineleriyle de bizleri mest ettiler. Hürriyet Kelebek yazarı Melis Alphan tişörtünün kollarını sıvayan Reha Muhtar'ı "Çiğköfte mi yoğuracaksın?" diye tiye alınca, Muhtar kendisine sataşanlara çektiği o meşhur, "Bak kızım!" diye başlayan nutkunda bir daha makarna yerken bıçak kullanmamasını ihtar etti ki neşemiz tavan yaptı.
Twitter'da takipçilerinin sayısıyla övünme hastalığına yakalananlar oldu. Attıkları her adımdan bizleri haberdar etmelerine sonsuz şükran borcu yüklendik. Eskiden duvarlara, kamyonlara hatta tuvalet kapılarına yazılan lafları sosyal ortamlarda dillendirerek, muasır medeniyete intisap ettik. "Bu sözler kavga çıkarır" başlığı altında kavgaya davetiye çıkaran meslektaşlarımızın haklarını nasıl ödeyeceğimizi bilemedik. Onlar olmasa insanların birbirlerini riyakarlıkla, çapsızlıkla, ihbarcılıkla suçladığını, köpek ve maymun gibi lakaplar taktıklarını nereden bilecektik?
Okan Bayülgen'in gazetecilerle aşk-nefret ilişkisi bu yıl da devam etti. Kendisine ırkçı dediler, kadın düşmanı dediler, faşist dediler. O da bildiğini okudu, programlarına çağırdığı konukları aşağılamasının birer latife olduğuna inanmamızı istedi. Rasim Ozan-Nagehan Alçı çiftiyle atışmalarından hiç bilmediğimiz bir sözcükle tanıştık: Erotomania. Neymiş efendim? Ünlü bir kişi ile ilişkisi olduğunu sanma durumuymuş ve çok tehlikeliymiş.
Gülben Ergen-Mustafa Erdoğan evliliğinin çatırdaması yıl boyunca gündemdeydi. Önce Ateş olmayan yerden duman çıkmaz mantığıyla başladı, karşılıklı inkarlar birbirini izledi, nihayet kız tarafı olayı doğruladı. Evet maalesef hakettiği değeri görmemişti. Başka kadınların adları geçti, evler ayrıldı, davalar açıldı vs. Yıl biterken taraflar ikinci duruşmaya katılmadıklarından mahkeme ertelenmişti. Yıl boyunca ayrıldılar mı barıştılar mı diye merak edilen diğer bir çift de Arda Turan ile Sinem Kobal'dı. Arda'nın İspanya'ya gidişi bu haberleri körüklese de her seferinde yalanlandı ve mutluluk yeminleri edildi.
Ünlü çiftlerin ayrılmaları kadar beraberliklerini sürdürmeleri de merakımızı celbetti. Nasıl olur da Asuman Dabak-Ümit Birsel, Mehmet Aslantuğ-Arzum Onan, Hülya Koçyiğit-Selim Soydan çiftleri bunca yılı birlikte geçirebilirlerdi? Biraz araları bozulsa da bize haber çıksaydı...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün öğrenci temsilcilerine verdiği yemeğe bir öğrencinin Jaguar marka otomobiliyle gelmesi kıskançlık, öfke ve alay konusu oldu. Alper Yasin Altınel adlı zavallı genç kendini bir acele "köy çocuğu" olarak etiketledi. Okula Ferrari ve Porsche ile gelenler varken neden kendisiyle uğraşıldığını anlayamamıştı. Jaguarını bir ay garaja kapatmaya karar verdi. Arabanın garajdan ne zaman çıktığı sır olarak kaldı.
Sahne dünyasının ünlü figürlerinin kendilerini sevenlere daha iyi hizmet etmeleri için kuliste bulundurulması gereken nesnelerle de ilgilendik. Belirli markalarda viski, sakız, çikolata, belirli sayıda ve renkte işlemeli bornoz, oyuncak ayılar ve fotoğrafların performanslarına yaptığı katkıya müteşekkir olduk.
Binnaz Toprak'ın 2010 model "endişeli modernler" tabiri CHP parti meclisi üyesi olmasıyla birlikte 2011'de yeniden tedavüle girdi. Endişeli olma durumu sadece modernliğe özgü müydü? Modern olma mecburiyeti var mıydı? Modern değilsek, köylü müydük? Köylüysek endişelerimizin kıymeti harbiyesi neydi? Yıl boyunca endişelerimiz yarıştı. Birinciyi işaret edecek bir hakem bulunamadı.
Mart ayından itibaren anketler, Haziran'da yapılacak seçimin muhtemel sonuçlarını vermeye başlayınca, Müjdat Gezen AKP oylarının yüzde 50 gösterilmesine isyan etti. Çünkü Aziz Nesin kriterlerine göre bu rakamın yüzde 60 çıkması lazımdı. Eylül geldi, baktık Ak Parti'ye oy verenleri aptal olmakla itham etmenin bedeli 10 bin liraydı.
Mayıs ayının en zor sorusu, seçimi hangi partinin alacağı ve bazı MHP'lilerin uygunsuz görüntülerini kimin ifşa ettiği değil, manken Tülin Şahin'in dudağının kenarındaki benin sahte mi gerçek mi olduğuydu. Çocukluk fotoğraflarında olmayan ben, sonradan mı şenlendirmişti o dudağı, yoksa Şahin Cindy Crawford'a mı özenmişti? Peki hangisi daha güzeldi?
Haziran'da Hande Ataizi, sahnede Cihan Ünal tarafından tacize uğradı mı uğramadı mı diye merak ederken, mimar Doğan Kuban'ın "tek eşli hayat mümkün mü?" sorusunu cevaplamak için çok ter döktük. Seçim sonrası meclise giren kadın milletvekillerine "pantolon giyseler de mi baksak, giymeseler de mi?" tartışmasıyla Oscar ödülüne aday olduk.
Temmuz'da yeni hükümetten çok, Ayşe Özyılmazel-Ali Taran evliliğine sardırdık. Düğüne kim gidecek kim gitmeyecekti, kanserli eski eşe bu yapılır mıydı? Selma Ann Desmond'un Kasım'da vefatına kadar tarafların görüşleri kadar hariçten gazel okuyanları da dinledik. Karşılıklı suçlamalar cenazede ve sonrasında devam etti. Bu arada Hz. Peygamberin "gözümün nuru" dediği namaz bir defileye malzeme oldu. Tesettür kıyafetleri hazırlayan 'Tekbir Giyim'in defilesinde üç erkek manken ilahiler eşliğinde podyumda cenaze namazı kıldı.
Ağustos'un yıldızı Bengi Yıldız'dı. BDP'li parlamenterin Bodrum kaçamağına bazıları "Evli adam bunu yapar mı, hem de bu mübarek günde!" diye ayıplarken, bazıları "Güneydoğuda tansiyon bu kadar yüksekken tatil yapılır mı?" diye karşı çıktı. "Kürtlerin Bodrum'da ne işi var?" diyenlere "Tatili en çok BDP'liler hakkediyor" yanıtı verildi. Bu arada aynı otelde kalan CHP'nin başkan yardımcılarından birinin otel lobisini parti kulisine çevirdiğini öğrendik. Dahası, değerli eşi havuza, plaja ve restorana farklı farklı çantalarla geliyormuş, hepsi de markaymış. Ayol napsın kadıncağız, restorana plaj çantasıyla gelip de madara mı olsun!
Neyse ki ünü dünyaları sonsuza dek sarası Fazıl Say, Ağustos sıcağımızı Başbakanla birlikte Somali'ye giden müzisyenlere yönelttiği nezih kelimelerle serinletti. Say, Ajda Pekkan ve Sertap Erener'e "beyinsiz, rantçı" diye saydırmakla yetinemedi, Orhan Gencebay'a "üçüncü sınıf sanatçı" damgası vururken, Sezen Aksu'ya detone dedi. En hafifi, pet şişeleri karşı masaya fırlatmak olan o kadar çok vukuat sergiledi ki, gazete köşecikleri "Fazıl'ın asıl derdi ne diye?" doldu taştı. Acaba Fatih Altaylı haklı mı çıkacaktı? Bir gün onu bir yerleri açıkta sokaklarda koştururken mi görecektik?
Okurların bazı gazeteleri internetten okuma girişimleri pornoya yakın görüntülerin hücumuna uğramakla cezalandırıldı. Vücut teşhirinde uzmanlaşan bazı hatunlar yeni mecra olarak twitter'ı seçince her yere ekstra large haber oldular. Bu fotoğraflar ciddi haberlerle öylesine içiçe verildi ki kaçmak mümkün olmadı. Hilal Cebeci panpişlerine sunum yaparken, politikada uğradığı bozgunu yirmibeşlik sevgilisiyle övünerek telafi etmeye çalışan ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk bu kez "Teravih namazının aslı yok" iddiasıyla sahne almıştı. Ramazan boyunca, elli yaşından sonra oruç tutmaya gerek olmadığı, namaz vakitlerinin yanlış hesaplandığı, aslında namazın beş vakit bile olmadığı sakızı çiğnendi durdu.
Eylül'de açılan "tv dizilerinde neden Türbanlı kadın yok?" dosyası çabuk kapandı. Alev Alatlı, "Türkiye paçozlaşıyor" deyince ortalık ayağa kalktı. "Paçoz, sokak ağzı ben kullanmam" diye övünen İlber Ortaylı, "İstanbul'u hödükler doldurdu" demez mi? Siyasetçisinden, sanatçısına, ilimcisinden gazetecisine kadar beyaz ve siyah her Türkün, kelimenin en ağırını bulmak için sözlük karıştırdığı bir ülkede paçoz ve hödükün esamesi okunmadı. Çünkü o sırada herkes birbirinin namus ve şerefini sorguluyordu.
En cazip polemik öpücük üzerine yapıldı. Kılıçdaroğlu, "Savaş gemilerimiz Gazze'ye gitsin, seni alnından öperim" deyince Erdoğan, "Kirli dudaklarınla tertemiz alnımı öptürmem" diye kükredi. Kılıçdaroğlu altta kalır mı: "Benim dudaklarım temiz. Senin alnın da elin de pis" diyerek belagatta ne kadar ustalaştığını kanıtladı.
O arada Bülent Ersoy'un kara bahtına yine genç sevgilisinin ihaneti düştü. Diva'nın kadersizliğine yanarken, Halis Toprak'ın genç eşi, köşkte aç bırakıldığını söyleyip iki gözü iki çeşme kanal kanal dolaşıyordu. Kızcağız açıklamalarıyla, Halis ağanın şöhretinden kalan son kırıntıları tuz buz ederken, eski eşten olma evlatların davaya müdahil olması kaçınılmazdı.
Mart'ta suikasta uğrayan İbrahim Tatlıses'in Eylül sonu, sevgililerinin en uzatmalısına "Uzat uzat nereye kadar?" deyip nikahı altına alması milli bayram olarak kutlandı. Eski kadınlarıyla eskimeyen evlatları da eski defterlerinden kopardıkları naçiz sayfalarla şenlik ateşini yükselttiler.
Ekim'de siyaset sahnesi Başbakanın lüks araçlardaki ÖTV artışına itiraz edenlere "Siz de Porche'ye binmeyin Fiat'a binin" tavsiyesiyle açıldı. Daha sonra bazı Ak Partili milletvekilleri Porche arabalarıyla ilgi odağı oldu. Bu hamur daha çok su kaldırırdı ama deprem gerekçesiyle 29 Ekim resepsiyonu iptal edilince kurudu. Ertuğrul Günay, "500 evladınız ölmüş, ne yani elimizde kadehler kahkaha mı atsaydık?" diye sorsa da Devlet Bahçeli, kadeh ve kahkahadan etkilenmedi. Ona göre AKP cumhuriyete şaşı bakıyordu.
Twitter kavgalarının hem şeyhi hem de şahı Erol Köse oldu. Ünlü yapımcı bir zamanlar şan-şöhret-para ortaklığı kurduğu insanların "kirli" çamaşırlarını kendini de kirleterek ortalığa saçtı durdu. Kendisine verilen cevabi notalarda "densiz, hadsiz, pravakatör" lafları uçuşsa da, "seni içeri attırmazsak namerdiz" dense de, tazminat davaları açılsa da adamın hızı kesilmedi.
Kasım'da kurban bayramı idrakinden sınıfta kalanları es geçmeyelim. Dünyaya kendisinden daha güzeli ve zekisi gelmediğine bizi inandırmaya çalışan Hülya Avşar, "Hayvan kesen bir dini aklım almıyor" deyince kısa bir süre sonra özel hayatıyla gündeme oturacağını henüz bilmeyen Cüppeli Ahmet, "Yediğin etler babanın tarlasında mı yetişti?" cevabını yapıştırdı.
"Eski bayramlar mı daha güzeldi yeni bayramlar mı?" sakızı çiğnenirken Büşra Ersanlı'nın tutuklanması, "bilim insanı suç işler mi işlemez mi?" sorusunu gündeme taşıdı. Bu esnada İzzet Yıldızhan ve Nihat Doğan'ın bir oteldeki vukuatları ve kanal kanal gezip kendilerine bu oyunu Ergenekoncuların oynadığını söylemeleri trajikomikti ancak sorulacak başka sorular vardı.
Bunlardan biri, "Başbakan neden Avrupa ve Amerikalı liderlerle görüşürken ayak ayak üstüne atıyor da, üçüncü dünya liderleri ile yerli gazeteciler karşısında ayaklarını bitiştiriyor?" sorusuydu. Aralık ayının en ciddi sorusunu MHP milletvekili Özcan Yeniçeri üretti: THY uçaklarında neden 13'üncü koltuk yoktu? Yeniçeri, batıda 13'ün uğursuz kabul edilmesinden Hz Muhammed'in doğduğu yılla İstanbul'un fetih yılını sorumlu tuttu. Çünkü 571 ve 1453 tarihlerinin rakamlarını toplayınca 13 ediyordu. Taze milletvekili, lideri Bahçeli'nin daha önceki aritmetik merakından fena etkilenmişti. Neyse ki THY filosunun bazılarında 13 nolu koltuk vardı ve olmayanlara da peyderpey eklenecekti.
Bir sanat objesi olarak heykel üç kez gündeme geldi. Biri Kars'taydı, ucube diye yıkıldı. Diğeri Çankırı'daydı, sporcu Süreyya Ayhan'ı simgeliyordu, eskidi diye kaldırıldı. Üçüncüsü Pargalı İbrahim'indi, uğursuzluk getirir diye Hatice Sultan "gözüm görmesin" dese de, Muhteşem Yüzyıl'ın muhteşem seyircileri, Yunan mitolojisinin bu muhteşem kahramanlarını kendi mutheşem bahçelerine de dikmek için heykel atolyelerini siparişe boğdu. Sıra Kanuni'nin Pargalı'yı boğdurmasına gelince ne yapacakları merak konusu oldu.
Sözün özü, önceki yıldan farklı geçirmedik bu yılı. Gelecek yıl da farklı olmayacak. Pencerelerimiz yine dar ve perdesiz kalacak. Tek gözle, onu da kısarak bakacağız çevremize, nefrete ayarlı dilimiz yine ateş saçacak, pireler develiğe terfi edecek, develer pireliğe inecek. Ama çok eğleneceğiz. İncir çekirdeklerinin içi ise yine boş kalacak.