Balyoz davasında sanıklar hakkındaki iddialar çok korkunçtu...

Stadyuma toplattırılacak insanlardan bahsediliyordu...

Hepsinin tutuklanmasından söz ediliyordu...

Haber yapılırken, iddiaların korkunçluğunu “haber” olarak yapıyorsunuz...

O haberlerin “adli” sonuçlarının yaratacağı durumları o sırada bir gazeteci olarak düşünemezsiniz...

İddiaların korkunçluğunun vurgusu habere ve yazıya ifade olarak yansıyor...

Ancak bu iddiaların adli yargılamaya etkisi “senelerce mahkumiyet” biçiminde tecelli ediyor...

***

İtiraf etmek gerekirse, o iddiaların gerçek olması halinin “müebbete” tekabül ettiğini, Türkiye ancak yargı kararını verince anladı...

Kararlar bu iddialar çerçevesinde sabit görülüp her bir sanık için 16 yıl ile 20 yıl arası çıkınca, herkes “ne oluyoruz” demeye başladı...

“Sanıkların yapmayı düşündükleri şeyler de çok vahim şeylerdi ama...” demenin o noktada fazla kimseye bir faydası olmuyor...

Vicdan o anda mahkumiyet alana daha yakın duruyor...

Çünkü insan duygulardan oluşuyor...

Duygular o anda ağlayanın, üzüntü ve ızdırap duyanın yanında duruyor...

***


Bu gerçek her zaman böyle işledi...

Toplum yapanlara, yaptıklarından fazlasının yapıldığını düşündüğünde duygusal tepki gösterdi...

Açıkça söyleyelim...

Demokrat Parti tek başına iktidar olduğu yılların özellikle sonlarında, hiç de demokratik bir yönetim göstermedi...

Vatan Cephesi kuruldu...

Muhalifler susturuldu...

Mehmet Barlas’ın CHP’den milletvekili ve bakan olan babası bile, o yıllarda “idamla yargılanıyordu...”

Arkasından 27 Mayıs oldu...

Askeri yönetim Demokrat Parti’den öyle bir intikam aldı ki, tarihe Demokrat Parti’nin antidemokratik uygulamaları değil, Menderes ve arkadaşlarını asan 27 Mayıs’çıların kurdukları idam sehpaları not olarak düştü...

Onlar mahkum oldu, Menderes ve arkadaşları tarih önünde aklandı...

Askeri yönetim Menderes ve arkadaşlarından bu kadar ağır bir bedel istemese, Demokrat Parti döneminde “gazetecilerin Hilton adı verdikleri cezaevi anıları” daha bir revaçta olacak, tarihe kayıt olarak düşecekti...

***


12 Eylül de aynıydı...

11 Eylül’de herkesi canından bezdiren bir terör vardı...

12 Eylül’cüler geldiğinde, herkesin sempatisi üzerlerindeydi...

Ancak 12 Eylül’cüler zaman içinde o kadar baskı yaptılar ki, “canlarını kurtardıklarını düşündükleri insanlar, canlarının kurtulduğunu unuttular, 12 Eylül’cülere diş bilediler...”

Bugün 11 Eylül’de “yok olan hayatların hesabının değil”, 12 Eylül’de işkenceler ve hapislerde kaybolan hayatların hesabının sorulması ondandır...

***


Örnekler çoktur...

Uzatmayalım gelelim bugüne...

Balyoz davasının iddianamesi, belgesi, konuşmaları, notları ortaya çıktığında “neler oluyormuş da haberimiz olmamış” dedi büyük çoğunluk...

Doğal bir refleks gelişti, “darbelere, darbecilere ve darbeci düşünceye karşı...”

Mahkumiyet o sırada oluşmaya başlamıştı...

Darbelerin korkunçluğunun etkisi, o günlerde topluma yavaş yavaş damgasını vurdu...

O öyle bir andı ki, “darbeye karşı olan toplumsal dalganın” nirengi noktasında, darbeleri ve darbecileri fikren mahkum edecek, fiili olarak caydırıcı ve fakat “canını almayacak” önlemlerle darbe düzenini geride bırakacaksınız...

***


Yaptıklarınız bir zamanlar yapılandan, ya da yapılması düşünülenden fazla bir etki bırakıyorsa, mantıksal gerekçeleriniz algının duygusal ibresinde etkili olmuyor...

Mahkumiyet yaşanmış ya da yaşanması düşünülmüş mağduriyetin üzerinde olmamalı...

Çağdaş demokratik bir toplum bunu sağlar...

Yargıçlar elbette kanunları uygulayacaktır...

Ancak demokrasiler, sadece kanunların uygulandığı değil, kanunların “mağduriyet ile mahkumiyet arasındaki duygusal denge” gözardı edilmeden uygulandığı rejimlerdir...

*****


İYİLİĞE KARŞI KÖTÜLÜK GÖRDÜĞÜNÜZDE İYİLİKTEN VAZGEÇMEYİN...

Ego insanın kendisini savunma mekanizmasıdır...

Egonuzun ördüğü duvarları, “aslında birey olarak kendinizi koruma amacıyla” yüksek tutarsınız...

İnsan kendisini koruyorum diye diye ego adı altında yüksek duvarlar örer, kendisini sakınmak için başkalarına zarar verir...

Hayatın şifresi, bütün bir evrenin insanın içindeki hücrelerin birbirleriyle iletişimiyle aynıdır...

Hücreler hayatı sürdürebilme için birbirlerine yardım ederler...

Ancak her hücre bir başka hücrenin faaliyetine yardım ederse, akış sağlanır...

Akışı bloke eden hücre, sistemi bozar...

Her hücre kendi başına bir organizmadır...

Ancak tüm hücreler büyük bir organizmanın parçasıdırlar...

***


İnsanlar da hücreler gibidirler...

Her biri ayrı bir organizmadır...

Ancak aynı zamanda daha büyük ve muhteşem bir organizmanın parçasıdır...

İnsan kendisini “hiçbir yere bağlı olmayan tek bir hücre” olarak görürse, “bütün”ün bir parçası olarak davranmaz...

“Bütün”ün bir parçası olarak davranmayan insan, evrenin sırrını anlamadığından hata yapmaya ve yok olmaya mahkumdur...

Çünkü evrenin sırrı hücreler gibi insanların da birbirleriyle sürekli bağlantı halinde, çok genel ve muhteşem bir sistemin parçaları olmalarıdır...

***


“Ego” dediğimiz şey, aslında bir “hücre” olan insanın “tek”liğini yaşatabilmek için savunma mekanizmalarından etrafına bir duvar örmesidir...

Duvar ne kadar büyük ve yüksekse, diğer hücrelerle iletişim o kadar nakıs ve azdır...

Diğer hücrelerle iletişim az olduğunda, hücre, yani insan evrensel fonksiyonlarını yerine getirememeye başlar...

Diyelim ki çok paranız var...

Eğer o parayı sistemin işleyişine, insanların mal ve hizmet karşılığı kullanımına ve yararına açmıyor, donduruyor ve ekonomi dışı sadece istiflemekle yetiniyorsanız, o zaman dolaşımı bloke ediyorsunuz anlamına gelir...

Bloke ettiğiniz için, paradan yeni paralar kazanmanız da imkansızdır...

Olanağınız olduğu halde birilerinin yaşama katkılarına destek olmuyorsanız, yaşamı bloke ediyorsunuz demektir...

Akımın işlemesini kestiğiniz için sonunda size gelen şeyler de bloke olacak ve kesilecektir...

***


Hayata yardım edenler, hayattan karşılık bulurlar...

Hayatı bloke edenlerin hayatları bir süre sonra bloke olur...

“İyilik yaptım kötülük gördüm” demenin bir geçerliliği yok...

İyilik size mutlaka iyilik olarak döner...

Kötülük de mutsuzluk olarak...

Bu düşünceleri, bugün benim seslendiriyor olmam, “benim muhteşemliğimi” göstermiyor...

Hayatın binlerce yıl öncesinden gelen basit ve yalın gerçeklerinin, benim tarafımdan da aktarılıyor olmasıdır olan...

Hepsi bundan ibaret!..

(Vatan gazetesinden alınmıştır)