Masmavi bir gökyüzü... Esintili bir sabah...
Balkondan bahçeyi seyrediyorum.
Ağaçlar, çiçekler... Sonbahar güneşi, kalıcı bir anın habercisi gibi. Işıltıların çevresinde sevinçleri, hüzünleri, acıları, yalnızlıkları, ölümleri düşünüyorum.
Gözlerin parlaklığı menekşelerin üzerine yansıyor gibi.
Bir yaz geçti; önümüz ekim, ardından kasım ve aralık.
Bizi içine çeken derin yara nedir? Umutlarımızı örseleyen gerçekler hangileridir? Hangileridir içimizi acıtan acılar?
Ufkun korkutan karanlığını düşünmeye başladım işte o an.
Gözlerimi yumdum... Geçmişle geleceğin çilesini duyumsadım birdenbire...
Eli kanlı azgın terör örgütünün iki ay önce kaçırdığı üç asker, bir kaymakam adayı, bir sağlık görevlisi gazete haberlerine göre hâlâ Türkiye’de...
Kaçırılan insanlarımızın aileleri perişan.
Yüreklerindeki acıyı hissediyorum ben de.
***
Bakıyorum, tüm bu olup bitenler karşısında toplum duyarsız ve tepkisiz.
Sesleri solukları çıkmıyor, olup bitenleri salt izliyor, siyasetçiler konuşuyor...
Yapılan bu!
Milyonlar alanları doldurmuyor, terör örgütüne karşı demokratik tepki koymuyor.
Peki devlet ne yapıyor bu arada?
Sincan Cezaevi’nde tutuklu ve hükümlülere kitap yasağı koyuyor, avukatları aracılığıyla getirilen İlya Ehrenburg’un “Dipten Gelen Dalga”, Marx ve Engels’in ortaklaşa yazdıkları “Komünist Manifesto”, Dimitrov’un “Savaşa ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe”, Mao Zedung’un “Seçme Eserler” adlı kitapları “devletin birlik ve bütünlüğü”ne aykırı görüldüğü gerekçesiyle yasaklıyor.
***
Bunlar, TCK’nin 142. maddesine göre mi yapılıyor acaba?
Sanırım öyle!
Demek ki bu ülkenin bürokratları, o yasanın (komünizm propagandası yapmak) 21 yıl önce kalktığını bilmiyorlar(!).
Halil Gündoğan’ın öyküsünü Cumhuriyet haber yapmıştı...
Gündoğan, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ölüm cezasıyla yargılandı, 1988’de Metris’ten tünel kazarak kaçan 29 tutukludan biriydi. 1995 yılında yakalanıp cezaevine konuldu. 2005 yılında “Metris’ten Munzur’a/Bir Firarinin Öyküsü” kitabının birinci bölümü yayımlandı.
Kitabın ikinci bölümünü yazdı Gündoğan. Kitap cezaevi yönetimince sakıncalı bulundu, infaz tüzüğünün 123. maddesine göre “sakıncalı kitap” için “yok edilme” kararı verildi.
Böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz...
Eli kanlı terör örgütü artık kırsaldan kentlere indi... Şemdinli’de, Şırnak’ta, Yüksekova’da polisimizi, askerimizi sokak ortasında şehit ediyor, yol kesip askerleri, sivilleri kaçırıyor gözümüzün içine baka baka.
Devleti yönetenler kitapla uğraşıyor...
***
Ahmet Şık yazılmamış bir kitaptan ötürü altı aydır içeride, pek çok meslektaşımız gibi...
Terör örgütü ise sokak ortasında cinayet işliyor, Tunceli’nin sokaklarında dolaşıyor.
Üç asker, bir kaymakam adayı ve bir sağlık memurundan haber yok!
Teröristleri yakalamak isterken 13 şehit verdik...
Şimdi şu soruyu sorsam yanıt verebilir misiniz:
“13 şehidimizi nerede verdik?”
14 Temmuz’da Diyarbakır’ın Silvan kırsalında...
İsrail’e kafa tutmak, Ortadoğu’nun liderliğine soyunmak, Libya’da Kaddafi sonrası iş yapmak iyi de, terör belasından kurtulmak zor...
***
Artık akan kan dursun, herkes haddini bilsin!
Üniter devlet çatısı altında, anayasal yurttaşlık hakları yaşama geçer...
Öyle “demokratik özerklik” gibi kavramların ne anlama geldiğini siz külahıma anlatın!
Demokrasi ve özgürlükler bir yaşam biçimidir...
Geçmişin zifiri karanlığından, sonbaharın aydınlığına, maviliğine, barışa, özgürlüğe, eşitliğe ancak böyle ulaşılır...