PKK, Türkiye’nin bölünmesi yolunda çok önemli bir mevzi daha kazandı. Açlık grevindeki PKK/KCK tutuklusu bölücülerin üç talebinden biri olan, ‘ana dilde savunma hakkı’(!) için Bakanlar Kurulu yasal düzenleme kararı veriyor. Sırada, “ana dilde eğitim-öğretim” ve “Öcalan’a uygulanan tecridin (!) kaldırılması ve İmralı” dan çıkartılması var.
Bu duruma başta BDP olmak üzere, bölgedeki baro başkanları ve bütün bölücüler çok seviniyor. Açıklamalarda; “Ana dilde savunma adımından anlaşılıyor ki diğer tüm sorunlar kolaylıkla aşılabilir. Hükümetten beklentimiz, yapılacak hukuki düzenlemelerle 3 noktada da çok rahat biçimde sorunun çözülmesidir.”
Gerçekten de “açlık grevleri” ile sonuç alınıyorsa, bütün bunlar niçin olmasın? Anayasaya rağmen devleti çok dilli hale getirmenin son halkası olan “Ana dilde kamu hizmetlerine erişim” ve diğer bölücü yasalar çıkacak demektir.
Türk Milletinin egemenliğini temsil eden TBMM, yıkım demek olan bu ırkçı ve bölücü yasaları onaylayamaz. Çünkü;
* Asırlardan beri bedeli can, kan, ilim ve irfanla ödenen egemenlik, Türk Milletine aittir. Kurucu atalarımızın emanetidir. Egemenlik, iffet ve namus gibidir, bölünemez, ortağı olamaz, esasları değiştirilemez. Hele parti iktidarlarının egemenliğin sahibini değiştirme hak ve yetkisi hiç yoktur.
* Devletler, millet çoğunluğunun ortak değerleri üzerine kuruluyor. Kuralların teşkilatıdır. Temsiliyeti, bütünlüğü, tutarlılığı, uyumu ve sağlamlılığı ifade eden düzen demektir. Eğer yerel değerler devlet inşasına karışırsa, düzen kurulamaz. Karmaşa olur. Buna da devlet denilemez. Yerel değerler, toplum içinde serbestçe yaşanır.
* Uluslararası hukuk çerçevesinde, bir millet ve bir dile göre inşa edilen devlet çok ortaklı, çok dilli hale dönüştürülmeye kalkışılırsa, buna bir başka devlet kurmak denir. Hele bu iş milletin birer parçası olan etnik/ırk gruplarına göre yapılıyorsa, buna da devletin intiharı denir. Zira bağımsızlığın en önemli unsuru olan dil bir anlamda millet demektir.
* Özellikle egemenliği temsil eden yasama, yürütme ve yargı organlarında her türlü işler devletin diliyle görülür. Bugün polis, savcılık ve sorgu hakimliğinde Türkçe ile ifade veren bölücü-terörist unsurlar, sıra mahkemeye gelince “ana dille” ifadede direniyorsa, bu egemenliğe isyandır. Aynen dağdaki terörist gibi.
Türk’ü silme planı mı?
Türk Milleti ibaresinin Anayasa Mahkemesi üyelerinin ve milletvekili yemininden çıkarıldığı malumdur. Esasen bu uygulama yaygın bir şekilde MEB başta, bütün devlet kurumlarında da sessiz sedasız sürdürülüyor.
Son örneğini TRT ve TDK’dan vermek
isteriz.
TRT, Anayasamız “Devletin dili Türkçe” dediği halde, 24 saat “Kurmanç” lehçesiyle aralıksız yayın yapıyordu. Şimdi buna “Sorani” ve “Zaza” gibi etnik lehçeleri de ilave
etmiş.
TDK’da, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın talimatıyla Kürtçe sözlük çıkartma çalışmaları başlamış. Ama Türkoloji çalışmaları durdurulmuş. Mesela; Yrd. Doç. Dr. Habibe Yazıcı Ersoy’un “Başkurt Türkçesinde Kip”, Doç. Dr. Eyüp Bacanlı’nın “Kılınış Kategorisi ve Kılınışsal Belirleyici olarak Altaycada Art Fiiller”, Yrd. Doç. Dr. Mayrambek Orozobaev’in “Kırgızcadaki İslam Öncesi Geleneksel İnanç ve İnanışlarla İlgili Söz Varlığı”, Yrd. Doç. Dr. Fevzi Ersoy’un “Türk-Moğol-Çuvaş Dil İlişkisi” adlı eserler ile Başkurt, Çuvaş, Altay, Kırgız Türkçelerindeki kitapların basımı “okuyucusu az” gerekçesiyle izin verilmemiş. Sanki bu eserler Türkoloji çalışmaları yapan dünyanın bütün bilim adamları için değilmiş gibi.
Sonuç: Açıkça görülüyor ki, iktidar sahipleri 80 milyonun Türk Milleti ve insanımızın da bu milletin eşit, şerefli üyesi olduğunu inkar etmektedir. Tam bir ayrımcılık saplantısıyla, bir olan milletimizi etnisitelere (ırklara) bölüp, bunlara dayalı çok ortaklı bir devleti hayal etmektedir. Almanların Hitler sonrasında kurdukları ve ülkemizde çalışmalarını halen sürdüren “Şark Enstitüleri”nin Milletimizi 47 etnik parçaya ayıran projelerinde olduğu gibi.
Başbakan geçen gün, “Suriye’de etnik ve dini esaslara göre bir rejim istiyoruz” demiş. BOP’un özü de, iç dinamiklerin çatıştırılmasıyla ülkelerin parçalanması değil miydi?
Görünen köy kılavuz istemez. Vebal TBMM’de. Bugün harekete geçilmezse, yarın çok geç olabilir.
(Yeni Çağ gazetesinden alınmıştır)