Ne yaparsan yap Allahın isteğine karşı çıkamazsın.

Lefter(is) Küçükandon(i)yadis’in (parantez içindeki harfler Türkiye Cumhuriyeti’nin orjinal isimden attığı harflerdir) Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı’ndan uğurlandı.

Başbakan’ın da katıldığı son derece güzel, anlamlı, dokunaklı bir törendi.

Gel gör ki ortada çok acayip bir durum vardı.

Stadın adını aldığı başbakanlarımızdan Şükrü Saraçoğlu çok esaslı bir Türkçüydü. Hatta açık açık söylemek gerekirse bildiğin Türk Nazisiydi.

İsmet İnönü tarafından Başbakanlığa atandıktan sonra 5 Ağustos 1942’de hükümet programını okurken “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz ne sarayın, ne sermayenin, ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hâkimiyetidir” demişti.

O yıllar Nazi’lerin iktidarda olduğu ve dünyayı kasıp kavurdukları yıllar. Her yöne saldırdıkları gibi Alman ari ırkını bozduğunu düşündükleri tüm Yahudileri, Çingeneleri, komünistleri ve eşcinselleri toplama kamplarına toplayıp öldürüyorlardı. Maksat sadece “temizlik” değil Yahudi sermayesini de Almanlaştırmaktı.

Saraçoğlu Nazi Almanyası’na büyük sempati duyuyor ve destek veriyordu. Almanya’nın Ankara Elçisi Von Papen ile yakın ilişki içindeydi. TC banknotlarını Almanya’da bastıran, paslanmaz çeliğin (dolayısıyla silahın) hammaddesi kromun sevkini Almanya’ya yapan, Saraçoğlu ideolojik olarak da çok yakındı Nazi Almanyasına. Türkiye’nin Rum, Ermeni, Yahudi gibi unsurlardan temizlenmesi gerektiğine inanırdı. Vurucu darbeyi de Varlık Vergisi’yle yaptı.

Varlık Vergisi hesapça “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek” ama Saraçoğlu’nun CHP toplantısında söylediği gerçeği daha çok yansıtıyor: “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz”.

Yabancılar dediği sanmayın ki sadece ticaret yapmaya yakın zamanda gelmiş Fransızlar, İngilizler...

1942’de Maliye Bakanlığı, İstanbul Defterdarlığından “savaş dolayısıyla fevkalade kazanç elde ettiği” iddia edilen kimselerin cetvelinin yapılarak Müslümanların M, gayrı Müslimlerin G, dönmelerin D harfiyle işaretlenmesini talep ediyor.

11 Kasım’da Varlık Vergisi kanunu hiç tartışılmadan TBMM’de kabul ediliyor.

Tahakkuk eden vergilerin % 93’si gayrı Müslim ve ecnebiler, % 7’si Müslüman mükelleflere yükleniyor.

Aralık 1942 ve Ocak 1943’te İstanbul’da gayrı Müslimlere ait binlerce taşınmaz mülk el değiştiriyor. 21 Ocak 1943’ten itibaren İstanbul’da binlerce gayrı Müslime ait ev ve işyerleri haczedilerek haraç mezat satılıyor.

27 Ocak ile 3 Temmuz 1943 arasında, TÜMÜ gayrı Müslimlerden oluşan toplam 1229 kişi çalışmak üzere Erzurum Aşkale’ye, 900’ü Eskişehir Sivrihisar’a yollanıyor.

9 - 13 Eylül 1943 tarihlerinde New York Times gazetesinde Türkiye’deki Varlık Vergisi uygulamasını eleştiren bir dizi yazı çıkıyor. Bu yazılardan hemen sonra 17 Eylül’de toplanan TBMM, henüz tahsil edilmemiş olan Varlık Vergisi borçlarının silinmesine karar veriyor. Aşkale ve Sivrihisar sürgünlerinin sağ kalanları yaklaşık on aylık esaretten sonra evlerine gönderiliyor. Niye mi? Çünkü Almanya yenilmeye başlamıştı. (bkz: Güvendiğin ırkçı dağlara kar yağması) Türkiye alelacele ırkçı sermaye değişimi politikasından vazgeçmek zorundaydı.

Saraçoğlu Almanya yenildikten hemen sonra istifa ediyor.

Tarihin cilvesine bakın ki istifasından 66 yıl sonra, Türkiye’nin en çok sevdiği Rum futbolcu Lefter, adı verilen stattan uğurlanıyor.

Şükrü Bey’in kemikleri sızlamış mıdır acaba diye düşünmeden edemiyorum.

Ama esas sorum şu: Türkiye’nin çok fena ırkçı suçları vardır ama biz hala Enver Paşa Caddesi’nde, Talat Paşa Caddesi’nde, Kenan Evren Lisesinde, Mustafa Muğlalı Kışlasında, Sabiha Gökçen Havaalanında ve Şükrü Saraçoğlu Stadında ısrar ediyoruz. Bari bu kadarını yapmasak olmaz mıydı?