İngiltere’de 12 Aralık seçimleri için partiler bütün güçlerini seferber etmiş durumdalar. Şu an anketlere bakıldığında Muhafazakar Parti birinci parti görümünde olsa da henüz parlementoda kendisine lazım olan çoğunluğu elde edemiyor gibi gözüküyor. Seçimlerin son haftası hala çok şey değiştirebilecek durumda.

Seçim döneminde Türkiye’li toplumla konuştuğumuzda oy kullanma konusunda herkesin farklı bir yerde durduğunu görebiliyoruz. Solcu geçinen bir çok insan Muhafazakar Parti’ye oy vermek gerektiğini iddia edebiliyor.

Dolayısıyla bir çok insan için hangi partiye oy vereceği sorusu hala cevap bulmuş değil.

Öncelikle Muhafazakar Parti’nin pozisyonuna bir bakmak gerekiyor. Boris Johnson başbakanlığa getirildiği gün itibarıyla, bütün stratejisini erken seçime giderek parlamentoda istediği rakamı yakalayıp, ardından da Avrupa Birliği’nden anlaşmalı ya da anlaşmasız çıkmayı gerçekleştirmek üzerine kurdu. Nihayetinde istediği seçim sürecini yakaladı ve arkasına AB’den ayrılma yanlısı olan %52’lik seçmenin desteğini almayı hedefledi.

Muhafazakar Parti seçimlerin merkezine Brexit’i koyup bu yönlü bir kampanya ile İşçi Partisi’ni köşeye sıkıştırıp bir Brexit seçimi hedefledi.

Ancak İşçi Partisi, usta bir taktikle Johnson’un bu oyununu bozdu. Jeremy Corbyn kampanyasının merkezine sağlık sistemini, sosyal güvenliği, öğrencilerin üniversite ücretlerinin kaldırılmasını, borçlarının yeniden yapılandırılmasını, asgari ücretin yükseltilmesi gibi hayati sorunları koyarak toplumun ana ihtiyacının Brexit değil de günlük yaşamsal ihtiyaçlar olduğunu ileri sürdü.

Gündeme taş gibi oturan bu taktik Muhafazakar Partiyi oldukça zor durumda bıraktı. Corbyn daha kampanyanın başında inisiyatifi ele aldı. Muhafazakar Parti kendi Brexit gündemini ikinci plana alıp, özellikle İşçi Partisi’nin “sağlık sistemini Amerika’ya satacaklar” tespiti üzerine yürüttüğü kampanyaya karşı bir kampanya yürütmek zorunda kaldı.

Bence İşçi Partisi, Muhafazakar Parti’nin bütün seçim stratejisini altüst etti. Sağcı sermaye destekli basın gündemi değiştirip ısrarla İşçi Partisi’nin vergileri arttıracağına dair propagandaya başladı.

Bu propagandanın etkisinde kalan Türkçe konuşan seçmende yaygın bir şekilde İşçi Partisi iktidara gelirse vergileri arttıracağı için, Muhafazakar Parti’ye oy vermek yönünde eğilim göze çarpıyor. Anlaşılan o ki, bizim toplum da sermayenin İşçi Partisi’ne karşı yürüttüğü yıpratma kampanyasının etkisi altında. Bunun için İşçi Partisi’nin bu süreçteki duruşunu analiz etmek gerekiyor.

Biliyorsunuz İşçi Partisi Corbyn’in başına geçmesiyle beraber sosyal demokrat bir çizgiye oturmak için oldukça yoğun bir çaba içerisinde. Son seçimlerdeki manifestosu da bunun önemli göstergelerinden birisi.

Daha önce Tony Blair’in Yeni İşçi Partisi sloganı ile sağcı muhafazakar bir çizgiye çekilen İşçi Partisi Sosyal Demokrat köklerinden hızlıca uzaklaştırıldı. Muhafazakar Parti ile arasında bir fark kalmamıştı. Jeremy Corbyn ile İşçi Partisi tekrar Sosyal Demokrat çizgiye gelmeye başladı. Bundan rahatsız olan sermaye kesimleri ve sağcılar, başta Tony Blair’in parti içindeki yakın adamları olmak üzere, Jeremy Corbyn’i yıpratmak için harekete geçtiler. Corbyn’ın ne komünistliği kaldı, ne teröristliği kaldı ne de anti-yahudiliği kaldı. Bu yöntemle Corbyn’i alt edemeyince arkasından parlamento grubunu kullanarak etkisiz hale getirmeye çalıştılar. Bu da tutmayınca yeniden kongreye gittiler. Yüzbinlerce genç üye edinmiş İşçi Partisi üyeleri ezici bir çoğunlukla Corbyn’e sahip çıkarak parti içerisindeki sağcıların umutlarını toprağa gömdü. Artık Corbyn’i partinin başından alamayacaklarını anladıklarında da kişisel olarak başbakanlık için uygun olmayacağına dair yaygın bir propagandaya başladılar.

Oysa Corbyn’in geçmişi incelendiğinde bütün ömrünü temel hak ve özgürlükler için ayırmış, Filistin işgaline karşı çıkmış, İrlanda’nın birliğini savunmuş, Kürtler üzerindeki baskılara karşı çıkmış, Güney Afrika’daki ırk ayrımına karşı günlerce Güney Afrika elçiliği önünde nöbet tutmuş bir insan hakları savunucusu olduğu görülüyor.

Aslında mesele Corbyn’in kişiliğinden ziyade İşçi Partisi’nin Sosyal Demokrat bir çizgiye çekilmesi meselesidir ve önemsenmelidir.

Özellikle bu yönde bir açılımı İşçi Partisi’nin son seçim manifestosunda görmek mümkün. İşçi Partisi, manifestosunda, kamu harcamalarını arttıracağını, sağlık sistemine daha çok kaynak aktaracağını, belediyelerin sosyal servislerine, yaşlılara, özürlülere ve gençlere daha fazla kaynak aktaracağını, daha önce özelleştirilmiş ulaşım, telekomünikasyon gibi belli alanlarda kamulaştırmalar yapacağını, üniversite ücretlerini kaldıracağını, üniversite öğrencilerinin borçlarını yapılandıracağını, asgari ücreti artıracağını söylüyor. Bütün bunlar bir sosyal devlet olmanın temel gerekleri ve Muhafazakar Parti döneminde ihmal edilmiş hizmetler.

Tabii ki bu manifestonun ilanıyla beraber sağcı basın ve sermaye hızlı bir şekilde Corbyn’a saldırıya geçti. Daha çok, bu hizmetleri sağlayabilmesi için nüfusun üst gelir grubu olan %5’e getireceği ek vergileri merkeze koyarak kamuoyunda İşçi Partisi gelirse insanların vergi yükünün artacağına, daha çok vergi vereceğine dair yoğun bir kampanya yürüttüler. Dolayısıyla da bizim küçük esnaf İşçi Partisi’nin kendi vergi yükünü arttıracağını düşünerek Muhafazakar Parti’ye oy verme eğilimini taşımaya başladı. Oysa vergi açısından Muhafazakar Parti tarihi incelendiğinde daha fazla vergi getiren, hatta Katma Değer Vergisi’ni %15’ten %20’ye çıkaran parti olarak tarihe geçmiştir.

Bir çok akademisyen, düşünce kuruluşu ve ekonomist, İşçi Partisi’nin kamu harcamalarının arttırılmasını istemesinin şu anda gerilemeye başlayan ekonomiye katkı sunacağını ve piyasaları canlandıracağını söylüyor. Kamu harcamalarının nihayetinde küçük esnafa da ek gelir artışı, ciro artışı olarak döneceğini ısrarla belirtiyorlar. Hatta öyle bir noktaya gelindi ki; sağcı basın İşçi Partisi’nin kamu harcamalarının artırılması konusundaki manifestosunun ekonomiye zararlı olacağına dair televizyonlarda konuşacak uzman bulamamaya başladı. Çünkü Brexit süreciyle beraber ekonomi çok ciddi bir durgunluk dönemine doğru gidiyor ve büyüme oranı düşmeye başlamış durumda. Dolayısıyla ekonomi biliminin temel prensiplerinden birisi de durgunluk dönemlerinde kamu harcamalarının arttırılarak ekonominin canlandırılmasıdır. Bu teoriyi 1930’larda ki dünya ekonomik buhranı döneminde İngiliz ekonomist Keynes’in geliştirdiği ve uyguladığı malumunuzdur.

Şimdi bu noktadan bakıldığında, bugün işlerinin düştüğünden şikayet eden küçük esnafımız, aslında büyük fotoğrafa bakmak yerine yapılan propagandanın da etkisiyle kendisinin vergi yükünün artacağını düşünmektedir ama gerçekten bugün büyük caddelerde boşalan dükkan sayısının miktarına bakılırsa İşçi Partisi’nin önerdiği kamu harcamalarının artırılması temel olarak geliri artan kesimlerin daha fazla para harcamasına sebep olacağı ve ekonomiye daha fazla para girişi sağlayacağı için restoranların, shopların ve cafelerin cirosunu artırma potansiyelini yaratacaktır.

Bundan daha önemli bir nokta da ülkede Sosyal Demokrat bir parti olmadığı için aslında verilen oyların hiçbir önemi kalmamaktadır. İşçi Partisi sosyal demokrat çizgiye çekilirse ki bu yönde çok ciddi adımlar atıyor, hem bu ülkede insanlar için alternatif bir parti yaratılmış hem de Avrupa hatta bizim ülkemiz için de bir örnek oluşturacaktır. Ayrıca sosyal devletin sunacağı hizmetlerin, kitlelerin bilincinde canlı tutulması sağlanmış olacaktır.

Bu süreçte dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da sermaye kesimi ve diğer partilerin İşçi Partisi’nin kendisinden ziyade doğrudan Corbyn üzerinden antipropaganda yürütmeleridir. Örneğin Liberal Demokrat Parti, İskoç Ulusal Partisi gibi muhtemel koalisyon ortakları ısrarla Corbyn’le ortaklık yapmayacaklarını söyleyip başka bir lider eşliğinde ortaklık yapabileceklerinin sinyalini veriyorlar. Bunun bir nedeni de aslında Brexit sonrası yaşanacak olan durgunluk, yoksullaşma sürecinde kitlelerin tepkisini azaltmak için bir Sosyal Demokrat partinin var olmasını sermaye de istemektedir. Sağ partilerin iktidar dönemlerinde devlet olanaklarını kullanarak kaynakları yağmalayan sermaye, krize girdiğinde ilk yaptığı şey olan iktidarı Sosyal Demokrat partilere devredip kamu harcamalarını arttırarak, kitlelerin ağzına bir parmak bal sürüp, tepkileri yumuşatıp, ardından da yağmalamaya devam etmek için yine sağ partileri iktidara getirir. Corbyn’siz bir İşçi Partisi’de Brexit sonrası bu sürece hazırlanmaktadır.

Bu seçimlerde anketlerde şu ana kadar Johnson %39-43 bandında Corbyn ise %30-34 bandında görünüyor. Muhafazakarların birinci parti olma olasılığı yüksek. Ancak mecliste istediği çoğunluğu alacağı biraz şüpheli. İşçi Partisi her gün aradaki farkı yavaş da olsa kapatıyor. Bu seçimi kazanamazsa bile İşçi Partisi’nin sola kayan politikalarının desteklenmesi gerektiği kuşku götürmez bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

İngiliz sermayesi, ticaret savaşlarının ABD, Çin, Rusya ve Ab arasında kızıştığı, AB’nin NATO’ya karşı kendi ordusunu kurmak için kolları sınadığı bir dönemde gelecek stratejik ortaklığını ABD ile devam ettirme kararı aldı. Hangi parti iktidara gelirse bu durum değişmeyecek. Brexit çizgisi topyekün bir ABD teslimiyeti ile bunu gerçekleştirmek isterken, İşçi Partisi AB ile de ticari ilişkileri red etmeyen bir Brexit süreci izlemek nihayetinde. Bu nedenle bu tür sistemlerde iktidar partisinin değişikliklerine büyük misyonlar yüklemek hayal kırıklıkları da getirebilir.

(acikgazete.com)