Ankara’da Hilton ve Sheraton otellerinin karşısında canlı müzik yapan bir restoran bar vardı...

TRT’de Ateş Hattı’nı yapıyordum...

Genç bir ekiple, TRT’nin bürokratik yapısını zorlayan, televizyonlarda yeni çığırlar açacak yaratıcı programlar yapma peşindeydik...

Bir gün Metin Akpınar havaalanında beni görmüş, “O TRT elbisesine dar geliyorsun sen... Senin özel televizyonlarda uçman gerekiyor...” demişti...

Gece gündüz, yerken içerken, sohbet ederken hep yaratıcı bir şeyler düşünürdüm...

Ankara’da Hilton ve Sheraton otellerinin karşısında canlı müzik yapan yere, zaman zaman ekiple giderdik...

Birkaç parça bir şeyler atıştırıp, biraz müzik dinlemek için...

***


Restorana girer girmez, garsondan büyükçe bir kağıt ve kalem isterdim...

Masadakiler yemek yiyip, müzik dinlerken ben çalan parçalardan ilham alarak, önümdeki kağıda habire notlar çiziktirirdim...

Şarkı sözleri, melodilerdeki tınılar, uzak diyarlardan ruhumun derinliklerine işleyen nakış vazifesi görürlerdi...

Şairler, ressamlar, yazarlar nasıl ilham alırlardı bilmem, o günlerde televizyonculukta benim ilham şeklim “çalan parçalar eşliğinde kaleme sarılıp, önümdeki kağıda birşeyler çiziktirmemdi...”

Bir gün Lütfiye Pekcan; “Hiç mi şarkıları sırf şarkı niyetine dinlemeyeceksin bir gün?..” diye sormuştu...

Gülümsemiş, not almaya devam etmiştim...

***


Dün sabah, Bebek kahvede bitki çayımı içiyor, spor yapacağım partnerimin gelmesini bekliyordum...

Kahvede her sabah gördüğüm dostlardan biri oturuyordu...

Bana “Tutuklu Gazete”deki bir yazıyı gösterdi...

Bayram Namaz isimli bir gazeteci yazmıştı yazıyı...

“Hapishane kapıları şarkılara açılsın ya da Sezen Aksu tutuklansın...” diyordu...

2185 gündür tutukluydu Bayram Namaz...

Hapishanede hayatı güzelleştirecek tek şeyin “şarkılar” olduğunun farkındaydı...

Şarkı umut demekti...

Şarkı mutluluk demekti...

Şarkı duygu demekti...

Şarkı hatıra demekti...

Şarkı insan demekti...

Şarkı hayat demekti...

Hapishane de olsa, hapishanede insan vardı, duygu vardı, anı vardı, umut vardı, en önemlisi hayat vardı...

***


“Ya şarkılar girsin hapishane duvarlarından içeri” diyordu Bayram Namaz, “Ya da başka yolu yok Sezen Aksu tutuklansın...”

Bürokratik birkaç formalitenin çözülmesiydi bütün istedikleri...

Şarkıları dinleyebilmek, şarkılarla umutlanabilmek, şarkılarla hissedebilmek için hayatı...

Sezen’e telefon açıp yazıyı gösterecektim...

Sonra gazetede yazayım, Sezen de gazeteden okusun binlerce insan gibi dedim...

Bizi dışardayken hapishanelere tutsak eden Sinop Cezaevi’nde yazılmış bir şarkı değil miydi?..

“Dışarda deli dalgalar...

Gelip duvarları yalar...

Seni bu sesler oyalar...

Aldırma gönül aldırma...”

Hapishane duvarlarından şarkıların girme zamanı gelmedi mi hala?..

Ne dersin Sezen’im?..

*****


“21 KİLOYU NASIL VERDİĞİNİ KONUŞALIM...”

Yurtsan’ın cenazesinde bir ara Hürriyet’in yayın yönetmeni Enis Berberoğlu “Nasıl bu kadar zayıfladın?..” diye soruyordu...

Cengiz Semercioğlu da, “Bir röportaj yapsak seninle, zayıflama üzerine” dedi...

-”Nasıl zayıfladın üzerine yapılacak röportajın benimle hiçbir ilgisi yok...” dedim Cengiz’e...

“Ben bir diyet yapmıyorum... Hiçbir şeyi daha az yemiyorum... Hiçbir yediğimden eksik kalmıyorum... Hatta eskiden sabah kahvaltısı yapmazdım, Şimdi zaman zaman sabah acıkınca sabah da bir şeyler yiyorum... Ben hayat felsefemi ve yaşam tarzımı değiştirdim... Bunun röportajı istediğin sonucu vermez Cengiz’ciğim...”

***


Enis kuantumla ilgili bir iki soru sordu...

Cengiz de istiyor ki, “Nasıl zayıfladım... Sabahları ne yedim... Öğlenleri nasıl aç kaldım, akşamları ızgara balık ve salatadan başka nasıl bir şey yemedim?..” türü bir röportaj olsun...

Şöyle söyleyeyim...

Zayıflamamın temel nedeni, ter atan spor yapmaya başlamam...

Nabzın yüksek attığı, tempolu yürüyüş, ağırlık, mekik ve ter atan ağır idman vücudun şekle şemale girmesini sağlıyor...

Eskiden de spor yapardım...

Günde 1.5-2 saat yüzdüğüm olurdu...

Fakat tempolu yüzmezdim...

Yürüyüş yaparken, nabzı yükseltmeye çalışmazdım...

Uzun zamandır ağırlık çalışmıyordum...

Mekik yapmasını bırakmıştım...

***


Kısaca eskiden akşamları yaşardım...

İşler bitince akşam bir yere yemeğe gider, uzun ve ağır yemekler yerdim...

Bir iki kadeh de kırmızı şarap içerdim haftada 3-4 gece...

Şimdi akşamki yemek keyfinin yerine, sabahları endorfin salgılayan, ter atan sporun keyfi geldi...

Bütün mesele hayatımda sabahla akşamın yer değiştirmesidir...

O keyif alınan zamanda yapılan değişiklik ve yapılan işin muhteviyatı, aynı yemekleri aynı oranda yediğim halde böylesine bir zayıflamayı beraberinde getirdi...

Diyet miyet yok...

Hayat tarzınızı sporla değiştirin...

Sporu yapıyorum demek için değil, gerçekten yapın...

Bugünden başlayın...

Başka bir şeye gerek yok...

Sağlık dolu Pazarlar sizin olsun...

*****


YARGILAMADAN YAŞAYABİLMEK...

“İçinizdeki gücün sınırsızlığından faydalanmak, saf bilincinizde yatan yaratıcılığınızı bütünüyle kullanmak istiyorsanız, öncelikle bu alanlara girebilmek gerekir...

Bu alana girebilmenin yolu, her gün kendi dinginliğinizle baş başa kalabilmek (sessizliği deneyimlemek), meditasyon yapmak ve hiçbir şeyi yargılamamaktır...

Doğada geçireceğimiz belli bir zaman dilimi içimizde varolan ve ihtiyaç duyduğumuz niteliklerimize ulaşmamıza yardımcı olacaktır...

***


Kendi dinginliğinizle baş başa kalabilmek (sessizlikle baş başa kalabilmek) var olabilmek için, belli bir zamanı kendi kendinize adamak demektir...

Dinginliği deneyimlemek, konuşma aktivitesinden belli aralıklarla uzaklaşmak demektir...

Aynı zamanda televizyon seyretme, radyo dinleme, kitap okuma aktivitelerinden de belli aralıklarla uzaklaşma anlamına gelir...

Eğer kendinize dinginliğinizi yaşama fırsatı vermezseniz, iç diyaloglarınızda çalkantı olacaktır...

***


Arada sırada kendi dinginliğinizi deneyimlemek için zaman yaratın...

Her günün belli bir bölümünü kendi içinizde sessiz kalmak için ayırın...

Bunu günde iki saat yapmaya çalışın...

İki saat çok fazla geliyorsa, en az bir saat ayırın...

Bazen de, bir gün, iki gün veya bir hafta gibi uzun zaman ayırmayı deneyin...

***


Dinginliğe ulaştığınızda neler olur?..

İlk zamanlar iç diyaloglarınızın yoğunluğundan doğan çalkantılar daha da artar...

Bir şeyler söylemek ve düşünmek için çok daha güçlü bir ihtiyaç duyarsınız...

O anlarda sizi endişeli ve aceleci bir ruh hali sarar...

Fakat dinginliğinizde kalmaya devam ettiğinizde, o iç diyaloglar azalır, zihin sakinleşir...

O an muazzam bir sessizlik olur...

Bunun nedeni, belli bir zaman sonra zihnin pes etmesi ve aynı yerlere gelip gitmenin bir anlamı olmadığını fark etmesidir...

***


İçsel gücün sınırsızlığının ortaya çıkmasının bir yolu da yargılamadan yaşamaktır...

Yargılamak herşeyi devamlı iyi, kötü, doğru, yanlış şeklinde değerlendirmektir...

Herşeyi devamlı etiketleyerek, iç diyaloglarınızdaki çalkantıları arttırırsınız...

Bu çalkantılar sizle, sınırsız içsel gücünüz arasındaki enerji akışını azaltır...

Siz de düşünceleriniz arasındaki boşlukta sıkışır kalırsınız...”

(Deepak Chopra’nın Başarının 7 Spiritüel Yasası isimli çalışmasından)


(Vatan gazetesinden alınmıştır)