Terörü önlemek, barış için zemin yokluyorsun; ‘vatana ihanetle’ suçlanıyorsun...
Birileri ihanet dedi, bari karşı taraf anlar da bu yaklaşıma olumlu cevap verir diyorsun...
Hayır, muhatap terörü azdırıp tırmandırıyor...
Bu defa sertleşiyor ve öyle çözüm üretmeye çalışıyorsun, “Akan kanı durduramıyor, terör bir güvenlik sorunu değil” diye hedef yapılıyor, daha azgın bir teröre muhatap kılınıyorsun...
Aslında farkındasın ki, “kapalı kapılar ardındaki değişik gizli güçler” senin bu meseleyi çözmeni istemiyorlar...
Barışa gitmek için çaba harcarsan, birileri seni ‘ihanetle’ suçluyor...
“Önce terörü azaltayım, sonra özgürlüklere geçeyim” dediğinde, bu sefer ‘Barışı istemiyor’ diye diktatörlükle itham ediliyorsun...
Başbakan uzun bir süredir, bir o yana bir bu yana yaklaşıp, Kürt meselesini çözen lider olarak anılmak istiyor...
“Zemin yoklayıp görüşmeler yaptırıyor...”
Görüşmeler esnasında büyük bombalar patlıyor...
Görüşmeleri durdurup operasyonlar yapıyor...
Bu sefer “Daha büyük provokasyonlar yürürlüğe” sokuluyor...
Milletvekillerinin ağzı gözü yarılıyor, toplum ikiye ayrılacak şekilde kamplaşıyor...
‘Barış’ diye uğraştığınız her kapı yüzünüze kapanıyor...
Birbirlerine en galiz küfürlerle saldıranlar, garip bir şekilde, gizli bir ittifakın üyesidirler sanki...
Birbirlerine küfrediyor gözükenler, aslında birbirlerine hiç dokunmamakla baki...
Karşı tarafı can düşmanı ilan edenler, aslında karşı tarafla “müphem bir ittifakın” içindeler sanki...
13 yıl önce yaşanan ‘uğursuz’ bir ‘linç’ gecesinin, geniş görüntülerini ve uzun haberlerini izledim...
Bunca yıl sonra bir kez daha fark ettim ki, bir insanın ancak çocuğunu koruyacağı biçimde ‘barış’ı korumaya çalışmışım o gece...
Geceyle ilgili yapılan onaltı dakikalık haberleri uzun uzun kare kare izledim...
Acı içinde gördüm ki, “çocuğumu korumak istercesine kimseler yara almadan korumaya çalışmışım ‘barış’ı o gece...”
Gördüm ki;
Rahmetli Osman Yağmurdereli,
Ajda Pekkan,
Emel Sayın,
Muazzez Ersoy,
Adnan Şenses,
Ebru Gündeş,
Mahsun Kırmızıgül,
Ferdi Tayfur,
Yonca Evcimik,
Berna Laçin,
Sibel Turnagöl,
Hande Ataizi,
Mustafa Topaloğlu,
İbrahim Erkal
Ve bizzat Ahmet Kaya’nın kendisi...
O düşmanlıkları yatıştırmak için o gece nice çabalar harcamışlar...
Bunca isim, bunca şöhret, bunca kıymet, ne garip ki, yürütülen gizli operasyonların esrarı altında yok olup gitmişler...
Kendime baktım...
Siyah smokin ve papyonumla, ne kadar heyecanlı ne kadar umut dolu, barışı sağlayabileceğini zanneden zavallı bir gençmişim ben...
Çözebileceğimi zannettiğim kavganın, barış içinde söyleyebileceğimizi sandığım şarkıların sihirli etkisi altındaymışım ben...
Ne şarkılar, ne şöhretler şifa olabildiler...
Bir tarihi ibret belgesi olan o kasetleri teker teker izlemekteyim şimdi ben...
Kendi çocuğumu korurcasına korumaya çalıştığım ‘barış’ın nasıl tarumar edildiğini görmekteyim şimdi ben...
Bana mısın demiyorlar...
Ne barış geldi ne huzur...
O geceden sadece ölümler kaldı bize yadigar...
Ve elbette sürüp giden düşmanlıklar...
Şimdi anlıyorum ki en galiz küfürleri, en aşağılık sıfatları yapıştıranlara hiçbir şey olmayacak...
Onlar hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar...
Üstlerine bile almıyorlar...
Sanki onlar değiller düşmanlıkları tetikleyenler...
Anlıyorum ki, aslında kavga edip, birbirlerini en galiz küfürlerle iade edenler, birbirlerinin müttefikidirler...
Müttefik oldukları için birbirleriyle sürekli işaretleşirler...
Kürt meselesinde, tutuklu bulunan gazeteciler özgürlüğe kavuşsa diyorum...
Belki ‘barış isteyen güçler’ bir miktar güçlenirler...
Umut işte...
“Fakirin ekmeği...”
13 yıl önceden kalan gençlik görüntüme bakıyorum şimdi...
“Zavallı, umut ve heyecan dolu ben...”
Kavgayı durdurup, barış içinde şarkılar söyleyebiliriz zannediyormuşum...
Artık farkına varmaktayım ki o romantik ızdırap, barışı istemeyenler için “Sefil bir garabet!..” olarak nitelendirilecektir...
Heyhat!..
Elbet gelecek bir gün...
Mutlaka...
Bir Gün Mutlaka...
GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ
HAYATIN SIKINTILARI...
“Hayatın sıkıntıları, eğer tercih edersek, bilgelik edinmemiz ve içimizdeki gerçek güce ulaşmamız için bize bir platform sunan fırsatlardan başka bir şey değildir...
Fakat unutmamak gerekir ki, her yaşam aynı zamanda payına düşen zaferleri ve güzellikleri de elde edecektir...
Robin Sharma”
Derin hesaplaşmalardan geçiyoruz hepimiz...
Rejim değişiyor, geçmiş yeni baştan irdeleniyor, sorumlular, sorumsuzlar, suçlular, suçsuzlar yeniden biçimleniyor...
Kağıtlar yeniden açılıyor, tarihin iskambil destesi yeniden karılıyor...
Gammazlar, iftiralar, ithamlar, savunmalar arasında, kendimiz, çevremiz ve geçmişimizle derin bir hesaplaşma içinden geçiyoruz...
Zor ve sıkıntılı bir süreç bu süreç...
Fakat bazılarımız bu sürecin içinden, inanılmaz bir biçimde “bilgeleşerek çıkıyorlar...”
Ben de bu sıkıntılı hesaplaşma sürecinde, geçmişten bugüne, kendimde ve çevremde varolan olayları yerli yerine oturtmaya çalışıyorum...
Hiç tahmin etmediğim bağlantıları, hiç tahmin etmediğim kişileri fark ediyorum...
Olayların hiç bilmediğim yüzleriyle yüzleşiyorum...
Kendimi yeniliyorum, olgunlaşıyorum...
Doğrusu çok zor bir süreç...
Kendi içinde hesaplaşmanın ve çevrende yapılan hesapları fark etmenin verdiği sıkıntı, üzüntü ve acıdır mevz-u bahis olan...
Ancak farkındayım ki, geçmişe oranla içimde bir bilgeleşme söz konusu artık...
Robin Sharma’nın söylediği gibi ‘payıma düşen zaferleri ve güzellikleri de elde edecek’ miyim bilmiyorum...
Fakat bilgeliğin yarattığı farkındalık hayatın bir mucizesi gibi...
Yaşadığım sıkıntılara “şükran” duyuyorum...
‘ÇARŞI ŞAFAK’LA GURUR DUYUYORUM...
Dün Şafak Pavey’in Meclis’teki resmini görüyorum...
Şık ve spor bir tayyör-etek giyiyor...
İçinde siyah bir tişört var...
Üzerinde çarpıcı bir başlık gözüküyor...
“Kalbim Sivas’ta Yandı...”
Eteğinin altından protez bacağı görünüyor Şafak’ın...
Onun etek giymesinin zorluğundan söz ederek, Meclis’te pantolon giyebilecek düzenlemelerin yapılmasını istemiştim...
Öğreniyorum ki, AKP dışından birileri kıyafet yönetmeliğindeki değişikliğin, başörtüsünü de kapsamasını istiyorlar...
Başörtüsü değişikliği geniş kapsamlı olduğundan, kabak Şafak Pavey’in protezli bacağına pantolon giyebilme hakkına patlıyor...
Şafak hala Meclis’te pantolon giyemez halde dolaşmak zorunda kalıyor...
Dün resme baktığımda bu olayı düşünüyorum... O anda, benim ünlü bir milletvekili olan eski genç yardımcımın, kısa zamanda toplumsal duyarlılık gerektiren konularda gösterdiği “çıkışlar ve görüntülerle” Meclis’te “Çarşı Şafak” izlenimi uyandırdığını hissediyorum...
Çarşı bir taraftar grubu olmanın ötesinde, bir sosyal sorumluluk duruşu, bir toplumsal duyarlılık bekçisi pozisyonu alan bir taraftar grubu...
Ülkede bu duruşu nedeniyle takdir görüyor, seviliyor ‘Çarşı...’
Şafak Pavey de kısa zamanda, Meclis’te bu duruşun “sembolü” haline geliyor...
Toplumsal duyarlılık, sosyal sorumluluk, mağdur hakları gibi alanlarda bir milletvekili olmanın ötesinde, bir “Çarşı” duruşuna sahip bu genç kız...
Ona Çarşı Şafak adını takıyorum...
“Çarşı Şafak”la gurur duyuyorum...
(VATAN)