Rumların tüm itirazları, kıvırmaları ve masaya oturmak istememeleri müzakereler sonrasında oluşacak devletin "Üniter Rum devleti" olamayacağı korkusundan kaynaklanıyor.

 

Türklerin eşit haklara sahip olacağı ve Rumların egemenliklerinin bütün adayı kapsamayacağı bir anlaşmayı imzalayacak olan Rum liderin, asırlarca "Hain" olarak anılacağını ve kendisinin de, ailesinin de "vatan haini" olarak tarihe geçeceğini bilen Rum liderler, Kıbrıs konusunda 1974 öncesine dönüşün kapısını açmayacak ve adaya Rumların katıksız hakimiyetini getirmeyecek olan hiç bir anlaşmaya imza atmak niyetinde değiller. Zaten bu nedenden dolayı Kıbrıs konusu son 50 yıldır hala müzakere aşamasında.

 

Allah razı olsun, Anavatan Türkiye 20 Temmuz 1974 tarihinde Mutlu Barış Harekatını gerçekleştirdi de, tüm Kıbrıslı Türkler, bölük pörçük, güvensiz bir ortamda yaşamak yerine, adanın kuzeyinde toplanma şansını yakaladı ve kendi egemenliğinin/ hükümranlığının olduğu bir devlet kurdu.

Özgürlüğün kıymetini kaybetmiş olan bilir. KKTC'nin halen daha tanınmamış olması, özgür yaşamakla kıyaslandığında “devede kulak” kadar bile değil.

 

***

Davutoğlu'nun açıklaması Türk tarafının ortak metine girmesini istediği "Egemenlik" tanımı "yurt dışında birleşik temsiliyet, yurt içinde Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin haklarına eşit olarak saygı duyacak ortak egemenlik." 

  

Bu tanımlamaya göre Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Kurucu Devletleri eşit haklara sahip olacak ve hiçbir taraf diğeri karşısında üstün olmayacak. Yani sayıca çoğunluk durumunda olan Rumlar, "biz çoğunluğuz ve her hakka sahibiz" mantığı ile sayıları daha az olan Kıbrıs Türk Kurucu Devletini 1963-1974 yılları arasında olduğu gibi yönetimi, baskısı ve yaptırımı altına alamayacak. Bu istek veya da talep, bir kurucu devletin diğer kurucu devlet üzerinde egemenlik kullanamayacağının garantisi şeklinde de tarif edilebilir.

 

Kıbrıslı Türkler bir kez daha Rum yönetimi ve egemenliği altına girmeyi, 1963-1974 yılları arasında uğradıkları soykırımı, evlerinin köylerinin yakılıp yıkılmasını, göç ettirilmeyi, susuzluğu, açlığı, elektriksizliği, işsizliği, parasızlığı, dolaşım kısıtlamasını, yollardan alınıp öldürülmeyi bir daha yaşamak istememekte. Her ne kadar Rumlar bu dönemi tarih kitaplarından ve arşivlerinden silmiş olsalar da, o acı yıllar hala daha hafızalarda ve kayıtlarda mevcut.

 

Her fırsatta Güney Kıbrıs'a gitmeyi marifet sayan vatandaşlarımız, rotalarını bir kez de Arpalık (Agios Sozomenos)  köyüne çevirsinler. Çok uzakta değil, Lefkoşa-Larnaka yolunun doğusunda, Lefkoşa'dan 15-20 dakika uzakta. Bir Türk köyünün nasıl acımasızca yakılıp yıkıldığını ve yağmaladığını kalan kalıntılardan görebilirler ve niye o günleri yaşayan bizlerin bir daha Rum egemenliğini istemediğimizi daha iyi anlayabilirler. Arpalık gibi daha onlarca köy var Güney Kıbrıs'ta.

1963'de başlayan katliamda Türklerin can pahasına her şeylerini ve tüm varlıklarını arkada bırakıp, üzerlerindeki elbiseyle terk etmek zorunda kaldıkları, evlerin kalıntılarının dahi yok olduğu, adeta haritadan silinmiş ve yerinin bulunması neredeyse imkansız olan Baf yöresindeki  "Yağmuralan" (Vroişa) gibi köylerimiz… 

 

Kıbrıs Türk tarafının ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin üç garantöründen biri olan Türkiye Cumhuriyeti'nin bu aşamadaki ortak görüş ve mutabakatı, Anastasiadis'in direttiği "Ortak Açıklama'nın içinde, BM'nin son 50 yıllık Kıbrıs müktesebatında yer alan "İki toplumlu, iki bölgeli, siyaseten eşit ve politik olarak eşit haklara sahip iki kurucu devletten oluşacak yeni bir federal devlet" tanımının özünü oluşturan "Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerden neşet edecek tek egemenlik" ve "Bir toplum diğer toplum üzerinde egemenlik kullanamayacak" kavramlarının yer almasıdır. 

 

Bu tanımlamalar Türkler tarafından uydurulmuş ve müzakereler çıkmaza girsin niyeti ile ortaya atılmış değildir. Rumların 24 Nisan 2004 tarihinde gerçekleştirilen referandumunda "Hayır" dedikleri Annan Planı içinde de vardı ve BM Kıbrıs müktesebatına göre kurulacak yeni devletin temel koşullarını oluşturmaktaydı... (Son)