Çok şükür, kazasız belasız şekilde referandumu atlattık. Hepimize hayırlı uğurlu olsun. Asıl iş bundan sonra başlıyor.
Referandumda verilen oyların birbirine bu kadar yakın olması, hem iktidar partisi adına bir tehlike sinyali olarak okunabilir, hem muhalefet için bir umut ışığı olarak okunabilir.
Ancak bir başka yönü daha var işin, bu da iktidar partisine bakıyor. Parti teşkilatı içerisindeki ‘çürümeden’ bahsediyorum. Bu çürüme durdurulmazsa, bu kangren bölgeler vücuttan kesilip atılmazsa, korkarım ki ilerisi hezimet olacak.
Kimden mi bahsediyorum?
Kabaca troller ama aslında Ak Parti teşkilatına çöreklenmiş ham kişilerden, çıkar ve ihale peşinde koşan tiplerden bahsediyorum. Sizi iyi tanıyoruz. Hepinizin devşirme olduğunu biliyoruz. En eskiniz 2007-2008’a kadar Tayyip Erdoğan’a şoven tiplersiniz. Şimdi herkese aşırı şekilde Reisçilik taslamanızı yemiyoruz beyler bayanlar. Cemaziyelevvelleriniz hafızamızda taze. Sizin yüzünüzden Ak Parti’den soğuyan binlerce belki milyonlarca insan var. Reisçiler, Erdoğan’ın yakasından düşmedikçe bu oy oranları daha çok düşecektir. Allah fırsat vermesin.
Bundan sonra izlenmesi gereken yol haritası ne olmalıdır deniyor. Hikmet-i hukûmeti rical-ı devletin dimağlarına emanet ettik. Bunu yapmak için oy veriyoruz. Bundan sonra yol haritasını onlar belirleyecek biz izleyeceğiz. Şu şöyle yapmalı bu böyle hareket etmeli falan filan derken ortaya içinden çıkılmaz bir kakofoni çıkıyor. Devlete devlet aklı vermek bizim haddimize değil, ancak millet olarak ihtiyaçlarımızı devletten talep etmek en doğal hakkımız. Benim bakış açımla en acil ihtiyacımız, bizi muhanete muhtaç etmeyecek adımların atılmasıdır.
Evet ekonomiden bahsediyorum. Bir an önce üretim ağırlıklı ekonomiye geçmek için elimizden geleni yapmaya gayret etmeliyiz. Ülkemize katma değer sağlayacak şeyler için kafa patlatmalıyız. İçeride pazar oluşturmalı, dışarıda pazar aramalıyız. Üzerinde bulunduğumuz coğrafyanın nimetlerinden faydalanmaya çalışmalı, tarımı ve yenilenebilir enerjiyi ekonomimize büyük fayda sağlayacak hale getirmeliyiz. Bunu yapmaya gayreti olan kişilerin önünü açmalı, onlara engel çıkarmamalıyız.
Benim vatandaş olarak bir diğer ihtiyacım, devlet dairesinde bir işimi hallederken tanıdığa ihtiyaç duymama ihtiyacıdır. Ne çektiysek ‘ahbap çavuş’ kafasından çektik. Bu bir zamanlar ‘hamili kart yakınımdır’ idi, bir zaman ‘bizden mi?’ idi şimdi de ‘bizim bi arkadaş’ seklinde. Bu yanlıştır, bu haksızlıktır. İşi ehline vermek gerekir, hak edenin hakkını kim olduğuna bakmadan teslim etmek gerektir. Devlet bir iskeleyse, demirleri birbirine bağlayan vidalardır devlet işlerindeki adalet. Her bir devlet dairesinde yaşanan bozulma, o iskeleden bir vidayı çekmek gibidir. Bir iki vidadan bir şey olmaz gibi görünür ama iş gelir son vidaya dayanır, o gün geldiğinde yıkılanın altında herkes kalır. İhale açgözlülüğünün önüne geçmek elzem şartımızdır.
Zamanında fetoculerin yediği haltlardan hiçbir farkı yok bunun. Kamu malında tüm milletin hakkı vardır, Müslüman bunu aklından bir an bile çıkarmamalı. Hadi memleketin bir kısmı ona katılıyor hakkını helal eder diyelim. Ya onu sevmeyen diğer vatandaş. Onlar da bu memleketin ferdi ve kamu onların da hakkı. Onlar hakkını helal etmedi diye farz et bakalım ihaleci arkadaş. Senin gözün yiyor mu ahirette bu vebalin altından kalmayı? Allah’a ve ahiret gününe inanmayan bahsımizden hariçtir ama ya inananlar? Müslümanlık hayatının bir saniyesinde bile sana boşluk bırakmıyor, yapılan ihale toplantılarının kapısının dışarısında bırakılacak sonra çıkarken tekrardan giyilecek bir şey değildir Müslümanlık.
Dün çıkan seçim sonuçlarının ardından, bu güruh şöyle şeyler yazmaya başladılar, ‘’O kadar ihanete rağmen, Reis yine kazandı’’ asıl size rağmen kazandı Reis! Hiç suçu üzerlerine almıyorlar. Yaptıkları linçler ve terbiyesizliklerle küstürdükleri vicdanlı Müslüman sayısı kaç oldu sayamıyoruz artık. Küstürülenlerin hepsini biliyoruz, yaşadıkları hayatları biliyoruz, yirmi yıl önce ne söylüyorsa bugün aynısını söylüyor. Ancak onları küstürenlerin daha beş altı sene önce söyledikleriyle bugün söyledikleri birbirini tutmuyor. Burada bir yanlış var. Bu yanlış felakete götürür.
Bediüzzaman Hazretleri medeniye-i hazırayı ele alırken bazı tespitler ortaya koyuyor ve bu tespitlerde mevcut medeniyetin toplum hayatına huzur yerine karmaşa getirmesinin sebebini açıklıyor. İslam’ın buna karşı ilaçlarını dile getiriyor ardından. Sözü ona bırakmalı ve ne söylediğine kulak kesilmeliyiz bence. “Nokta-i istinad: Hakka bedel kuvvettir. Kuvvet ise, se’nidir tecavüz ve teâruz. Bundan çıkar hiyânet. Hedef-i kasdi, fazîlet bedeline hasis bir menfaattır. Menfaatin se’nidir tezâhum ve tehâsum. Bundan çıkar cinayet. Hayattaki kanunu, teâvun bedeline, bir düstur-u cidâldir. Cidâlin se’ni budur: tenâzu’ ve tedâfu’. Bundan çıkar şefâlet. Akvâmların beyninde râbita-i esası: âharin zararına muntebih unsuriyet.
Başkaları yutmakla beslenir, alır kuvvet. Milliyet-i menfiye, unsuriyet, milliyet; şe’ni olur dâimâ böyle müthiş tesâdum, böyle feci telâtüm. Bundan çıkar helâket. Beşincisi şudur ki: Câzibedar hizmeti hevâ , hevesi tescî, teşhil; hevesâti, arzuları tatmin. Bundan çıkar şefâhet. O hevâ, hem heves, se’ni budur dâimâ: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Mânevî meşhediyor; değişir insaniyet.’’ Bugün yaşadığımız birçok sıkıntının nedeni aslında bu paragrafın satırlarında gizli. Medeniyetimizi dinimizin bize emrettiği faziletler üzere kurmaz da menfaat üzere kurarsak, binanın ilk temel taşını yanlış koymuş oluruz. Sonrasını doğru beklemek yanlış olur.
Ama! Ümitsiz değilim.
1908 yılında Emevi Camii’nde hutbeden irad edilen sözler hala ruh dünyamda diridir Elhamdülillah.