Başlıktaki cümle eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'e ait. Malum olduğu üzere Özkök Paşa, Ergenekon davasında tanık sıfatıyla ifade vermişti.

Ayışığı, Sarıkız gibi darbe planlarının varlığını ifade etmiş, Ergenekon örgütünü ilk kez MİT raporunda gördüğünü söylemiş, Balyoz'da legal planın dışına çıkılarak gerçek isim ve kişiler üzerinden çalışma yapıldığını, bunun da sınırı aşmak anlamına geldiğini açıklamıştı. Bir soru üzerine dönemindeki kritik bir toplantıyı deşifre ederek tarihe not düştü: Muhtıra üzerine konuşan kişinin dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman olduğunu söyledi. Yalman Paşa, gazetecilere, "Hatırlamıyorum..." deyince eski genelkurmay başkanı manidar bir sözle karşılık verdi: "Öyle şeyler vardır ki, insan unutamaz ve hatırlamak zorundadır."

Aynen öyle! Bazı şeyler asla unutulmaz! Aslında Türkiye'de devam eden çetin mücadelenin özeti iki cümlede gizli. Bir taraf, 'hatırlamıyorum' diyerek sizin de o karanlık zaman dilimini unutmanızı istiyor; diğeri ise o kâbusların bir daha karabasan gibi milletin üzerine çökmemesi için, 'bir daha asla' diyor. Bir zümre var ki darbe dendiğinde, muhtıra dendiğinde, askerî müdahale dendiğinde bir anda hafızasını kaybediyor adeta. Sanırsınız Alzheimer hastası var karşınızda. Kaotik dönemlerde edilgen bir durumda olsalar, bu talihsiz hafıza kaybına müsamaha ile bakmak mümkün. Ancak ocakların söndüğü o karanlık dönemlerde aktif rol alan adamların toplu hafıza kaybına bir mana verilebilir mi? Diyelim ki birileri hafızasını kaybetti; ya mağdur edilen milyonlarca insan, ya kaybedilmiş nesiller?

Son günlerde medyamızdaki moda ne biliyor musunuz? Darbe suçlaması ile yargılanan kişilerin trajik hallerini bulup haber yapmak, bazı duyguları köküne kadar sömürerek darbe yapmanın ne kadar feci bir şey olduğunu unutturmak. Haberlerin bir kısmını okuyunca bazı kişilerin silah zoruyla meşru hükümeti devirmek ve ülkeyi maceraya sürüklemekten değil de fikir suçundan yargılandıklarını sanıyorsunuz. Gerçek bu mu?

1960'ta darbe, 71'de muhtıra, 80'de darbe, 97'de post modern darbe, 2007'de muhtıra... Kabarık sabıka ortada! Darbe şartlarının oluşması için yapılan kirli savaşlar; darbe esnasındaki kanunsuzluk ve darbe sonrası yapılan zulümden geri değil. Örgütler içine sızmalar, onlara silah ve mühimmat temin etmeler, suikastlar, toplumsal olaylar, mezhep çatışmaları, etnik kavgalar...

Devam eden darbe davalarında bu sürecin paralelinde yapılan illegal çalışmalara ait somut deliller bulunuyor. Danıştay Saldırısı ve Zirve Cinayeti gibi kanlı eylemler bir yana, ele geçirilen cephanelikler, yer altından çıkarılan ağır silahlar, suikast planları gibi pek çok somut suç dokümanının da yargılanan örgütle irtibatlı olduğu iddia ediliyor. Hal böyleyken sanki ortada hiçbir suç unsuru ve delili yokmuş gibi davranmak olsa olsa toplumsal hafıza kaydının silinmesi üzerine yapılan psikolojik bir harekâttır; başka bir şey değil.

Bir de zeytinyağı gibi her halükarda üste çıkmaya çalışan vebal defteri bir hayli kabarık kişiler var. Neymiş son dört yılda muhafazakâr medyanın yaptığı haberler yüzünden birileri mağdur edilmiş. Allah'tan kork; kullarından utan! Görünen o ki meslek hayatında onlarca linç bulunan bazı kişiler, herkesi kendisi gibi sanıyor. Ümraniye'de, Eskişehir'de, Zir Vadisi'nde, Gölbaşı'nda, Poyrazköy'de silah depoları yoktu da muhafazakâr medya mı uydurdu? Daha birkaç gün önce Adli Tıp Kurumu, Zir Vadisi'nde silahların bulunmasını sağlayan krokinin Ergenekon sanığına ait olduğunu tespit etti. Darbe iddiasıyla yargılanan kişilerle ilgili somut delilleri buraya listelemeye kalksanız sayfalar yetmez. Hal böyleyken birtakım medya kuruluşları neden hep âmâ ve sağır rolü oynuyor? Derin yapılara ait belgeler art arda ortaya çıkartılırken hiç haber yapmayan, eleştiri aldığında da "Hele bir iddianame çıksın, haber yapacağım." diye kamuoyunu oyalayıp yanıltan medya yöneticileri şimdi başka bir teraneye sığınıyor. Yalan yanlış konuşmalarına gerek yok. Mahkemeler devam ettiği için bahsi geçen kişilerin suçlu mu suçsuz mu olduğunu tabii ki kestirip atamayız; ama somut iddialar tüyler ürpertecek mahiyette. Üstelik her biri haber değeri taşıyor; o somut belgeleri görmezden gelmek mi hata; yoksa o bilgileri kamuoyuyla paylaşmak mı?

"Unutmayacağız!" dediğinizde "Rövanş mı?" diyorlar. Ne münasebet! Asıl rövanş, hapishaneden "çoluk çocuk demeden rövanşını alacağız" diye korku salmaya çalışanların düşüncesi. Mugalâta yapmaya gerek yok. Aklanma imkânı hukuk çerçevesinde olmalı; siparişle yazılan ve tribünlere seslenen acıklı hikâyelerde değil. Darbecilik bir insanlık suçudur; ona karar veren ve destek çıkanlar hukuk karşısında mutlaka hesap vermek zorunda. Tıpkı Arjantin'de olduğu gibi, İspanya'da olduğu gibi, Yunanistan'da olduğu gibi, Şili'de olduğu gibi...
 


Bir millet yüz defa aynı tuzağa düşürülmez ki! Belli ki düğmeye basmış uğursuz bir odak. Yine Alevi-Sünni çatışması çıkarmak istiyorlar. Bir daha etnik çatışmaya sürüklemek istiyorlar ülkeyi. Buna teşne genç bir nüfus olduğu gibi kargaşa için can atan hain örgütler de var bu topraklarda.

Alevi ve Sünnilerin ortak acıları herkesin malumu. Maraş'ta, Sivas'ta, Çorum'da... Ergenekon davasında gizli tanık Gurbet'in anlattıklarına kulak verelim. Kim Gurbet? 1994'te kuruluşunda yer aldığı yasa dışı MLKP'den 1998'de ayrılan ileri düzeyde bir örgüt üyesi. 2 Mart 1995 günü Gazi Mahallesi'nde Alevi yurttaşlara ait kahvehane ve pastanelerin taranarak bir Alevi dedesinin öldürülmesinin ardından patlak veren hadiselere ilişkin bakın ne anlatıyor: "MLKP İstanbul sorumlusu Hasan Ocak, Gazi Mahallesi'nden de mesuldü. Öldürüldü. Ocak'ın katillerini Ergenekon'un içinde aramak gerekir. (Ergenekon davası tutuksuz sanığı) Osman Gürbüz ile MLKP arasında kesişme oldu. Ya Hasan bunu fark etti ve konuşmaması için öldürüldü ya da MLKP'de Hasan'ın üstünde insanlar vardı, ilişki açığa çıkmaması için öldürüldü." Gurbet ayrıca Hasan Ocak'ın daha olayların kıvılcımı bile yokken bildirileri bastırmış olmasından bahsediyor. Bakıyorsunuz normalde 20-30 kişiyi bir araya getiremeyen örgütler tetikte bekleyip, 700-800 kişiyi karşı karşıya getiriyor.

Medyada bir hayli sempatizanı olan MLKP'nin kongre kararlarında ısrarla söylediği bir mevzu var. Onlara göre devrim ancak mezhep çatışması üzerinden yapılacaktır. Şimdi bir yerde bir davulcu ile bir vatandaş kavga ediyor; çeyrek asırdır bir milim almayan sol örgütler insanları sokağa dökecek planlarını devreye sokuyor. Alevi vatandaşlarımızın, Aleviliği maske yapan bu uğursuz örgütlere karşı uyanık olması şart.

Kürtleri tahrik eden güçlerle Kürt olamayanları ulusalcılığa iterek kargaşa çıkarmak isteyen odak aynı. Aklı başında insanların, kışkırtmalara boyun eğmemesi şart. Nerde bir hadise duyulsa anında oraya insan yığan karanlık güçler daha önce defalarca izlediğimiz bir korku filmini yeniden vizyona getirmek istiyor. Herkes uyanık kalmalı bu dönemde. İktidar, muhalefet, medya, Aleviler, Kürtler, Sünniler, Türkler...
 


Fabrikatör. Türkçemizde bu kelime fabrika sahibine denir. Siyasi literatürde ve gazetecilikte yalan üretene de bu ad verilir; çünkü o da bir çeşit fabrikasyon faaliyetinde bulunuyor. Malum fabrikatör hafta içinde MİT raporu diye bir şey uydurdu. Tabii her zamanki gibi bozuk mal üretmişlerdi. Tekzip üstüne tekzip yediler. Şirketlerden bahsettiler güya. Sıkıysa bir tane isim zikret. Biliyor ki 28 Şubat'tan kalma ihbarcılık metoduyla zikrettiği her isim, yargı yoluna başvuracak. O yüzden kuyruğunu kısıp bir kenardan laf üretiyor...

Türkiye'de yalan haberden umduğunu bulamayan malum çevreler, yurt dışındaki gazete ve dergilerde kara propagandaya devam ediyor. Amerika'da bir sürü yalan haber neşrettirdiler. Şimdi Almanya'da aynı şeyleri deniyorlar. Hali hazırda bir çoğu tekzip yemiş, yalanlanmış ve yalan olduğu ortaya çıkmış görüşleri alarak bir haber derlemiş Alman dergisi. Camiayı bir gizli bir tarikat gibi göstererek, Alman toplumuna korku salıyor. Bu tip haberlerde görülüyor ki bu ülkede ulusalcı ve solcu görüntü vererek Amerika düşmanlığı ve Batı karşıtlığı yapanlar, söz konusu Müslümanlar olunca anında ajanlık ve muhbirlik havasına giriyor. Mevcut korkuları körüklemek adına bir takım yalanlar uyduruluyor. İçeride Avrupa'ya dair nefret üretip duran ulusalcılığı, "solculuk" kılıfı altında pazarlıyorlar. İlginç. Oysa yalancının mumu her yerde en fazla yatsıya kadar yanabiliyor...

Suriye'de yaşanan feci katliam sürüyor. Bu arada bazı maskeler de ardı ardına düşüyor. Mesela İran. Artık açıkça görülüyor ki bu ülkenin tek bir değer yargısı var: Şii taassubu. Türkiye'ye dost olmadıkları da teröristlere verdikleri destek küstah beyanlarından anlaşıldı. Esed hayranları ile İran yanlılarının tek bir ortak noktası var: Mezhep dayanışması. Hiçbir İslami ve insani duyarlılığı kalmamış bir devletin yalan rüzgârıyla oluşturduğu hava daha ne kadar ne kadar devam edebilir ki?
 

(Zaman gazetesinden alınmıştır)