Yassıada’da Menderes’in ilk duruşmadaki ezik tavrının, o ana kadar gergin bir bekleyişte olan Yüksek Adalet Divanı üyelerini nasıl rahatlattığını bizzat o yargıçlardan dinlemiştim.
Başbuğ için de benzer bir tablo çıktı ortaya...
Muktedir olduğu dönemde basın karşısında gösterdiği “Astığım astık” tavrını savcılar karşısında da gösterebilseydi, mesela 7 saat suçsuzluğuna dair dil dökeceğine; “Ben Genelkurmay Başkanıyım. Sadece Yüce Divan’a hesap veririm” diyebilseydi, hem hukuk öğretmiş olur, hem de itibarından taviz vermezdi. Muhtemelen Silivri’de de silah arkadaşlarınca yalnız bırakılmazdı.
Dik duruş gerektiren günlerdeyiz.
Eğilen, ezilir.
* * *
27 Mayıs örneğini vermişken, adını o devrin komutanından alan “Erdelhun kompleksi”nden söz edelim.
Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun, askerin siyasete karışmaması gerektiğine inanan, başbakanın sözünden çıkmayan bir komutandı.
Astlarının da kendisi gibi düşündüğünü sanmakla hem kendisi yanıldı, hem de Menderes’i yanılttı.
Sonunda da 27 Mayıs sabahı onunla birlikte devrildi.
Rütbesi bir günde orgenerallikten erliğe indirildi.
Yassıada karar defterine baktım:
Adı, “396 no’lu sanık” olarak şöyle zikrediliyor:
“Sanık Celal Bayar’ın itimadını haiz olması sebebiyle onlarla asli iştirak halinde bulunduğu muhakkaktır.”
Yani bugünkü gibi, hükümetin kuyusunu kazmaktan değil, hükümetin güvenini haiz olmaktan idam yedi Erdelhun Paşa...  HHH
Alıntıladığım gerekçe, Erdelhun’dan sonraki Genelkurmay başkanlarının kulağına küpe oldu. Sonrakiler, astlarının muhtemel tepkisinden korkarak hükümetle uyumlu görünmekten çekindi. Buna da “Erdelhun kompleksi” adı verildi. Bu kompleksin de etkisiyle, yarı askeri-yarı sivil bir rejim doğdu.
* * *
1960’tan beri ilk kez bugün, bu kompleks ortadan kalkıyor.
Arada “tak diyorlar-şak yapıyorum”cu komutanlar gelse de Genelkurmay hiç bugünkü kadar “uyumlu” görüntü vermemişti.
Askeri vesayetin bitmesi açısından hayırlı bir gelişme...
Sıkıntı şu:
Tarih boyu ordu, yönetime el koyduğunda toplumun sivil dinamiklerini (partileri, sendikaları, dernekleri, odaları, baroları, üniversiteyi, basını, aydınları, gençleri vs) insafsızca ezdiği için, yönetimde olmadığı zaman da bir yandan iktidar alternatifi gibi dururken bir yandan da muhalefet işlevini bizzat üstlenip bu dinamik unsurları sıkı denetim altında tuttuğu için, bugün ordunun çekildiği yerde büyük bir boşluk doğdu.
50 yıldır “Asker nasılsa halleder”in rehavetinde kılını kıpırdatmamış kesimler şaşkın ve umutsuz...
* * *
Birkaç yıl öncesine dek “zinde kuvvetler” denince asker anlaşılırdı. Şimdi askerin “zinde kuvvet” değil, “kâğıttan kaplan” olduğu fark edildi.
Belki de ilk kez toplumun gerçek dinamik güçleri, bu kez “sivil tahakküm” tehlikesi karşısında, arkasında asker desteği bulundurmayan, demokratik bir direniş sergileme sınavındalar.
Ezik, cılız ve dağınık bir cephe bu...
Ama bardağın yarısının, yani toplumun yüzde 50’sinin gidişata itirazı olduğu düşünülürse hiç de küçük sayılmaz.
Bu dinamik, süngü dürtmeden ayağa kalkabilir mi?
Önümüzdeki sürecin hayati sorusu budur.
Ha bire “sarı öküz”e ağıt yakarak yılgınlık yaymak, buna cevap değil.