İngiltere’de Hull Üniversitesi’nde hukuk öğrenimini tamamlamak üzere olan Başaran-Hatice Düzgün arkadaşlarımın kızları Deniz’den bir mail aldım dün.
Tıkladım, açıldı. “Hasan abi günaydın… Bugün 24 Nisan ben de  bilgisayarımı karıştırırken bu fotoğrafa rastladım paylaşmak istedim” diye kısa not ve bir fotoğraf.
Sevgili Denizimizin yolladığı fotoğraf, Girne Kapısı’nda yapılan o büyük mitinglerden 14 Ocak 2003 tarihinde gerçekleşendendi. On yıl önce... Fotoğrafta, Başaran Düzgün, Deniz Düzgün, Hasan Düzgün ve ben...
Arşivi karıştırdım ve miting sonrası 15 Ocak 2003’te okurlarla paylaştığım “Zor, oyunu bozar” başlıklı yazımı buldum. O yazımı bulunca Deniz’in gönderdiği fotoğrafla birlikte o yazımı sizlerle paylaşmak istedim.


Dün akşamüzeri elektronik postadan gelenleri kontrol ediyorum.
İngiltere’de Hull Üniversitesi’nde hukuk öğrenimini tamamlamak üzere olan Başaran-Hatice Düzgün arkadaşlarımın kızları Deniz’den gelen bir mail.
Tıkladım, açıldı.
“Hasan abi günaydın...
Bugün 24 Nisan ben de  bilgisayarımı karıştırırken bu fotoğrafa rastladım, paylaşmak istedim” diye kısa not ve bir fotoğraf.
24 Nisan 2004’te Annan Planı için adanın iki yakasından referanduma gidilmişti. Dün o referandumun yıl dönümüydü.
24 Nisan Referandum’u bir sürecin en önemli aşamasıydı. Ancak Kıbrıs Türkü o gün yüzde altmış beşlerde evet deme noktasına statükonun patronlarını yıkacak nitelikte dinamik eylemlerle ulaşmıştı.
Sevgili Denizimizin yolladığı fotoğraf, Girne Kapısı’nda yapılan o büyük mitinglerden 14 Ocak 2003 tarihinde gerçekleşendendi. On yıl önce... Fotoğrafta, Başaran Düzgün, Deniz Düzgün, Hasan Düzgün ve ben...
Merak ettim, o müthiş eylemin ertesi günü ne yazmışım?
Arşivi karıştırdım ve 15 Ocak 2003’te okurlarla paylaştığım “Zor, oyunu bozar” başlıklı yazımı buldum.
O yazımı bulunca Deniz’in gönderdiği fotoğrafla birlikte o yazımı sizlerle paylaşmak istedim.
İşte 15 Ocak 2003 tarihinde kaleme aldığım yazım:

***

“Kıbrıs Türk halkı, dün ne istediğini çok açık bir şekilde en önemlisi büyük bir kararlılıkla bir kez daha ortaya koydu.
26 Aralık 2002 büyük mitingi, katılım açısından bir rekordu. Bazıları ‘O kalabalık bir kez daha zor toplanır’ diye düşünmüş olabilir. Dün İnönü Meydanı yine doldu taştı. En ciddi yabancı haber ajansları katılanları elli binin üzerinde olarak tanımladı.
BRT bile on binlerce demek zorunda kaldı.
Senelerce Kıbrıs Türk halkı, nutuklarda anımsandı.
Batılı anlamda demokrasi Kıbrıs Türk halkına çok görüldü genelde. Özellikle 1974 öncesi yapılan seçimlerde muhalefete neler yapıldığı unutulmadı. Hem olaylar unutulmadı, hem de o olayların mimarları unutulmadı.
Halk diliyle bıçak kemiğe dayandı. Kıbrıs Türk halkı Kıbrıs sorununun çözümünde yakaladığı tarihi fırsatı göz göre göre kaçırmak istemiyor.
Çağdaş toplum örgütlü toplumdur. Kıbrıs Türk halkı en zor koşullarda bile örgütlenmeyi zorladı. Örneğin Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası, kurulduğu 1968 yılından itibaren hem kendinin hem de toplumun önünü açmak için gerçek bir savaşım verdi.
CTP, yaşayan en eski siyasi partimizdir. 1970 yılında kuruldu. 1973’te Ahmet Mithat Berberoğlu’nu cumhurbaşkanı muavini adayı çıkardı. Öteki aday Dr. Fazıl Küçük’ün Ankara ziyareti sonrası siyasete havlu atması sonrası Rauf Denktaş’tı. Berberoğlu’nun kazanma şansı yoktu. Ancak aday kalması bile kabullenilmedi. Sivil olmayan unsurların baskısıyla adaylıktan çekilmek zorunda. Adaylıktan çekilme noktasına gelene kadar propaganda döneminde yaşadıkları ise demokrasi tarihimizin yüz kızartıcı sayfalarıdır.

* * *

Demokrasimiz düne göre daha iyidir. Ancak gidecek daha çok uzun yolumuz vardır. Siyasi erki elinde tutanların demokrasi anlayışı belirleyiciliği, etkinliği nedeniyle önemlidir.
Bizim bu noktada önemli sıkıntılarımız hala geçerlidir.
Demokrasilerde beğenilsin ya da beğenilmesin halkın, büyük çoğunluğun istemi önemlidir, belirleyicidir.
Devlet, devletin tepesinde olanlar halkla karşı karşıya gelemez. Halkla, halk adına siyaset yapanların istemleri, seslendirdikleri örtüşmezse orada ciddi bir sorun vardır.
Halk adına siyaset yapanlar halka kulaklarını kapayamaz. Kapamakta ısrar edilirse yasal temsiliyetten meşruiyete kadar pek çok konu gündeme gelir. Ve bu konular gündeme geldiği zaman da kimse bunları kuru lafla aşamaz.

* * *

Dün İnönü Meydanı’nı adım adım dolaştım.
Yüksek binalara çıkıp alana tepeden de baktım.
İnönü Meydanı, İnönü Meydanı olalı böyle kalabalık görmedi. Alana gelen herkes gönülden geldi. Sonuna kadar da gönülden orada kaldı.
İnönü Meydanı’nda dün tüm kesimleriyle, tüm yaş gruplarıyla Kıbrıs Türk halkı vardı.
Sayın Denktaş, miting görüntülerini çok dikkatli izlerse yıllarca kendine yakın durmuş, kendi ile kader birliği yapmış insanları görecek.
Bu insanları Sayın Denktaş, “Kişisel çıkarlarına çomak soktuğum için alanda toplanıp istifamı istediler” diyemez. Kıbrıs Türkü son elli yıllık tarihinde belki de ilk kez bu denli kararlılıkla kendi kaderine sahip çıkma kararlılığını hep birlikte gösteriyor.
Mitingle ilgili çok şey söylemek istemem, zaten gerek yok. Meydan, on binler, anlamak isteyen herkese anlayacağı dilden mesajını vermiştir.

* * *

Miting bitti. Gözler kulaklar Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’taydı. Akşam saatlerinde NTV’de dinledim. Dinlemeden önce arkadaşlar ne söyleyeceği konusunda tahmin yürütmemi istediler.
“Yeni bir şey söylemeyecek, halkı karşısına alma pahasına ısrarını sürdürecek” dedim.
Dinledim. Keşke yanılsaydım. Yanılmadım.
Sayın Denktaş’la meydanlara sığmayan Kıbrıs Türk halkı her geçen gün daha da uzaklaşıyor.
Cumhurbaşkanının kurmayları ya da akıl hocaları kimdir? Belli ki başkana toplumun nabzı taşınmıyor. Daha da önemlisi Sayın Denktaş her konuşmasında toplumun umudunu törpülerken kendine duyulan güvenin erozyonuna hız katıyor.
Mitingden bir gün önce resmen neidüğü belirsiz bir grup öğretmeni hem de “Türk öğretmen grubu” olarak kabul edip onlara konuşurken binlerce öğretmeni karşısına alacak bir içerikte konuşuyor.
Eğer sadece o birkaç kişi Türk öğretmeniyse, binlerce öğretmenimiz Rum öğretmeni midir? Bu soruyu sokaktaki insan düşünüp sorarken Sayın Denktaş’ın hiç mi aklından geçmedi? Geçmemesi mümkün değildir. Ama herhalde bir bildiği vardır.

* * *

Konuşmalarını dinliyorum. Dünkü mitinge destek verenleri hala planı bilmemekle suçlayıp planı koşullu desteklediklerini söylerken aslında çözüme karşı olanları planı bilen taraf olarak niteliyor.
Satır aralarında meydanın boş kaldığını başlatılacak kampanya ile halka planın tuzaklarını anlatacağını söylüyor. Anlaşılan Sayın Denktaş, çizmeleri giyip köy köy gezmeye hazırlanıyor.
Bunun anlamı masada görüşmelere devam ederken, görüşme masası dışında geçecek zamanını Annan Planı’nı halka anlatmak değil kötülemekle geçirecek.
Sayın Denktaş, süratle bir politika değişikliğine girmezse Kıbrıs Türkü adına 28 Şubat şansının da yitirilmesi söz konusudur. Bu tehlikeye karşı halkın, örgütleriyle birlikte kararlılıkla geleceğine sahip çıkmasının dışında seçeneği yoktur. Sayın Denktaş’la diyalogdan kaçınılmamalı. Ancak bu diyalogun takvimi olmalı, hatta bir yanda görüşülürken öte yanda yasal çerçevede duyarlılık kesintisiz şekilde gösterilmelidir.
Uyanan halk aldanıp uykuya dalar ya da uyutulursa bu uykunun bedeli çok ağır olacaktır.
Unutmamak gerekir ZOR OYUNU BOZAR. Kıbrıs Türk halkı da demokratik haklarını sonuna kadar tüm yöntemleriyle kullanırsa mutlaka kazanan taraf olacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. “

***

On yıl önce kaleme aldığım yazımı ben de dikkatle okudum. O günlerle bugünleri kıyasladım. Müthiş bir toplumsal dinamizm vardı. Kısaca statüko diye tanımladığımız yapıyı p dinamizm yerle bir edebilirdi. Kıbrıs sorunu çözümlensin ya da çözümlenmesin toplumumuza kalıcı bahar da gelirdi. Ancak o potansiyel ganimetlendi. Geriye hala etkisi süren moral çöküntü kaldı.
Nerede on yıl önceki hava?


Günün sözü:
Suçu gizlemek onu işlemekten daha büyük bir suçtur.



(Havadis'ten)