Yürüdü kadın. Bir an tökezledi, irkildi. Karnındaki bebek tekme attı yeniden. Bilircesine, görürcesine bu dünyanın ne menem bir şey olduğunu. Doğmak istemezcesine. Bir eli karnında, bir eli kesik başı saçlarından tutarak geldi dikildi genç kadın kahvehanenin önüne...
Sabahtı. Havada ılık bir esinti, belli belirsiz ıtır kokusu vardı. Yaz mevsiminin son demleri, mevsim gelmiş dayanmış eşiğe. Ha düştü ha düşecek taç yaprakları. Sonbaharın ayak sesleri.
Kahveci çırağı Hasan zıpladı yatağından. Yapacak ne çok iş vardı. Mütebessim göz attı yerde uyuyan kardeşlerine. Onlar okusun istiyordu. Tüm çabası bundan. Yüzünü yıkayıp kurulandı. Liseden terkti; tek ekmek kapısıydı bu. Bir solukta ediverdi kahvaltısını. Arkasından kovalayan varmışçasına. Fırladı evden. Ne de olsa kahvehaneyi açmak, müşteriler gelmeden her şeyi hazır etmek onun vazifesiydi.
Süpürdü yerleri, bir güzel demledi çayı. Akşamdan kalma birkaç kül tablası fark etti, nasıl olduysa gözden kaçmış. Boşalttı küllükleri, ortalığı havalandırdı. Çok geçmeden ilk müşteriler damlamaya başladı. "Selamünaleyküm" diye seslendi kapıdan içeri her giren. Alışkanlıklar ve tanıdık simalar mekânıydı burası.
Ocakta fokurdayan çaydanlık, arka gözdeki bakır cezvede usulca yükselen kahvenin köpüğü, gazete sayfalarının hışırtısı. Kimsenin acelesi yoktu. Acelesi olanın burada işi yoktu. Çaylar tazelendi. Kenarda açık duran televizyondan gülümsedi sunucu hanım; dişleri bembeyaz, elbisesi ipekten.
Hava güzel diye müşterilerin yarısı kahvehane önündeki hasır taburelerde oturmaktaydı. Cam bardaklarda raks eden çay kaşıklarının sesi, tavla zarlarının sesine karışmaktaydı. Yaşlısı genci, şişmanı zayıfı, herkesin erkek olduğu bir mekândı burası. Burada çalışmaya başlayalı daha bir tek kadının kapıdan içeri girdiğini görmemişti Hasan. Değil eşikten adımını atmak, yakınından dahi geçmezdi buranın kadın kısmı. Yolu uzatma pahasına üst sokaktan giderlerdi. O yüzden işte, o yüzden, hayretle bakıverdi Hasan yaklaşmakta olan siluete.
Bir kadın geliyordu uzaktan. Adımları hızlı, omuzları sert. Tuhaf bir hal vardı yürüyüşünde, dümdüz gelişinde. Bilemedi Hasan ne olduğunu. Lakin alamadı gözlerini bu esrarengiz misafirden. Bıraktı çayları bir masaya, omzunda havlu, çıktı dışarı; eliyle güneşi kesip, baktı yeniden karaltıya. Ancak o zaman fark etti yaklaşan kadının elinde bir şey taşıdığını ve bluzunun kan içinde olduğunu. Hasan bir adım attı öne ve kalakaldı öylece. Çıkmadı sesi. Kadının kucağında kanlı bir paket gibi taşıdığı şeyin ne olduğunu anlamıştı.
"Ne oluya lan? Hayalet mi gördün?" diye takıldı kenardan, delikanlının betinin benzinin attığını fark eden bir müşteri. Baktı ki cevap gelmiyor, o da çevirdi gözlerini aynı noktaya. Peş peşe ayağa kalkmaya başladı müşteriler. Hepsinin yüzünde aynı ifade.
Yürüdü kadın. Bir an tökezledi, irkildi. Karnındaki bebek tekme attı yeniden. Bilircesine, görürcesine bu dünyanın ne menem bir şey olduğunu. Doğmak istemezcesine. Bir eli karnında, bir eli kesik başı saçlarından tutarak geldi dikildi genç kadın kahvehanenin önüne. Fırlattı elindeki kafayı. Kadınların geçmediği sınırı geçti. Gözlerinde bir deli ışık, çakmak çakmak. Bakışlarıyla taradı karşısındaki erkekleri...
Hasan'a gelince durdu bir an. Delikanlının faltaşı gibi açılmış gözleriyle kadının yorgun bakışları kesişti. O gözlerde hüzün gördü Hasan, öfke gördü, delilik gördü ve hiç beklemediği bir huzur ve kabulleniş gördü. Ürperdi. Yerde yatan, toprağa bulanan kesik başa bakamadı. Tanımıştı çünkü.
Anlamıştı kim olduğunu.
"Arkamdan konuşmayın artık" dedi kadın. "Namusumu temizledim. Dedikodumu yapmayın gayrı."
Ve sonra döndü arkasını, yürüdü. Teslim olmaya gitti.
Kahvehaneye derin bir sessizlik çöktü. Ne bir tavla zarı, ne bir kuru öksürük. Dünya tersine döndü. Gayri ihtiyari koşmaya başladı Hasan, giden kadının ardından. "Bacııııım" diye bağırdı. "Bacım bekle!"
Durdu kadın. Bekledi. Nefes nefese yetişti Hasan. Bir şey söylemek istedi. Bir teselli, bir umut kırıntısı, tek bir kelime dahi olsun verebilmek istedi. Bir yumru oturdu boğazına. Bilemedi ki ne desin. Konuşamadı. Ağlamaya başladı.
Yüzünü çevirdi kadın, görmesin diye onun da ağladığını. Yürümeye başladı tekrar, yürüdü bir başına.
(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)