Sayın Başbakan son gezisinde "Laiklikle İslamiyet çelişmez. Bir insan hem Müslüman hem de laik olabilir" dediğinde; kimi tartışmalar ortaya çıktı.

Bazıları bu görüşü ilk kez duymuşçasına "bravo sayın başbakana ne kadar doğru bir saptama yapmış" derken; bazılar da bu görüşü hiç duymamışçasına "olmaz öyle şey" diyerek tepkilerini dile getirdiler.

Başta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi olmak üzere; "Türk Devrim Tarihi" dersi verdiğim bütün kurumlarda İslamiyet'le laiklik çelişmez ve çatışmaz görüşünü boğazım kuruyana kadar anlatıyorum. Bu işin başlangıcı 1977 olduğuna göre; bu görüşü 34 yıldır dile getiriyor ve doğru öğrenilmesine gayret ediyorum.

Bu arada "Laiklik" başlıklı bir kitabım; 1993'te "Ümit Yayıncılık" tarafından yayınlandıktan sonra sayısız baskı yaptı. (Hatta bu arada kimi imza günlerimde korsan baskılarını da imzaladım.) Gene aynı konuda sayısız köşe yazısı kaleme aldım. Ancak bugün yazmakta olduğum gazete bu alanda ilgi duyanlar tarafından pek bilinmediği ve daha önce köşe yazısı yazdığım etkili gazete; neredeyse salt kendi görüşlerini paylaşanlar tarafından okunduğu için geniş bir tabana seslenme olanağını bulamadı.

Tüm "tekkelerde" çok yakın arkadaşlarım olmasına rağmen; düşünce özgürlüğüm ve gevezeliğim nedeniyle hiçbir "tekkenin" adamı olmadım. Doğrusu bundan üzüldüğümü pek söyleyemem ama bu durumda insanın "etkileme" ve "bilgilendirme" gücü sınırlı kalıyor.

Uzun zamandan beri mevcudu kalmayan hatta kimi internet kitabevlerinde korsan olarak satışa sunulan "Laiklik" başlıklı kitabım gene "Ümit Yayınları"ndan çıkan "Demokrasi" başlıklı kitabımla birlikte; "Geçit Yayınları" adıyla yeni kurulan bir yayınevi tarafından basılıyor.

Umarım eski baskılarından daha geniş bir taban tarafından değerlendirilir. Bu arada "Desa", 25 kitabımla birlikte bu iki kitabı da yayınladı ama; "toplu satış" yaptıkları için beklediğim etkiyi uyandıramadı.

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Toplumsal bilimlerimizde kimi "galat-ı meşhurlar" var. Yani bazı konularda eksik ya da yanlış tanımlar hiç tartışılmadan doğru kabul ediliyor ve bu yanlıştan yola çıkıldığı zaman içinden çıkılması çok güç durumlar ortaya çıkıyor.

Laiklik tanımı bunun en tipik örneklerinden birini oluşturuyor. "Laiklik nedir" sorusunu sorduğunuz zaman; hemen (hem de bu konuya ilgi duyan) insanların tümü aynı yanıtı verecektir: "Laiklik din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır..."

Bu tanım; elbette kimi doğruları içeren bir tanımdır ama çok yetersizdir ve insanları yanlış yerlere itebilir.

Örneğin laikliği bu tanım çerçevesinde gören kimi "alim" (! ) tarihçilerimiz; Osmanlı'daki "din ve vicdan özgürlüğünü" ve Osmanlı'daki "örfi hukuk" uygulamalarını dikkate alarak "Osmanlı İmparatorluğu laikti" diyebilmektedirler. Osmanlı padişahının Hz. Peygamber'in "Halefi" olduğunu; yani "onun yerine geçtiğini", İslam halifesi olduğunu unutarak "ileri-geri" konuşmakta ve yazıp çizmekteler.

Tüm bu karışıklık ve yanlışlıklar; laikliğin doğru tanımlanmamasından kaynaklanmaktadır. Laikliğin tanımı "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" değil; "bir ülkede yönetenlerin, yasaları yapanların, kuralları koyanların; bu konulardaki yani yönetme konusunda, yasa yapma konusunda, kural koyma konusunda yetkilerini din dışı bir kaynaktan almaları" demektir.

Böyle bir köşe yazısı çerçevesinde bu süreci anlatmam elbette mümkün değil. Ancak insanlığın bilebildiğimiz en eski tarihinden beri; "yönetenlerin" bu konudaki yetkiyi alabildikleri 3 kaynak vardır. Bunlardan biri "zorbalıktır." Yani yönetenler yönetme yetkisini zorla gasp ederler. İkinci yetki kaynağı dindir. Bu durumda yönetenler "Tanrı'nın seçilmiş kullarıdır" ve gene Tanrı buyruklarını yorumlayarak yönetirler. Ve nihayet üçüncü yetki kaynağı; bunu şu ya da bu biçimde halktan almaktadır. Dikkat edilirse; bu durum aynı zamanda demokrasinin başlangıcı olmaktadır.

Anlaşılan önümüzdeki günlerde bu konuya daha çok ağırlık vereceğiz...