Bugünkü konu bir önceki yazım" deyip kestirmeden gireyim. Yazının yayımlandığı sabah BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş aradı "Ahmet Türk'e o gece yayına katılmaması konusunda en ufak baskı yapmadım. Karar tamamen kendisine aitti. Ben sadece hem şahsi, hem de partinin Twitter adresinden ricası üzerine onun kararını duyurdum" dedi.
O geceki olayın bu biçimde algılanmasına hayıflandığını görünce sandım ki Türk'ten farklı düşünüyor Demirtaş. O nedenle sordum: "Peki karar size ait olsa ne olurdu? Değişir miydi sonuç? Yani Türk'ün Kemal Burkay ve Mehmet Metiner'le aynı yayında yer alması sorun olur muydu sizin için?" "Değişmezdi!" dedi ve Türk'ün "Örgütün aldığı prensip kararıdır. Bu insanlarla yan yana bile adımız anılamaz!" sözlerinin doğru olduğunu teyit etti.
Bunun üzerine; "Benim sorguladığım da bu zaten! Neden anılamaz? Örgütünüz neden böyle bir karar aldı? Bu insanların adından bile böylesine nefret ne için?" dedim. "O sizin dışınızda bir konu!" cevabını verip kestirip attı. Sonra da belli ki epeyce canını sıkan konuya geldi. "8000 üyesi tutuklanmış bir adama siz nasıl olur da, 'ne bedel ödedin?' diye sorarsınız. Benim gibi yüreği sadece barış için atan bir adama nasıl olur da barış köstekçisi dersiniz?" dedi. Ve başladı anlatmaya...
Uzun bir görüşmeydi. Tabii KCK operasyonları ana başlıktı. Bildiğim şeylerdi ama yine de dinledim sonuna kadar Demirtaş'ı. Çünkü haklıydı isyanında. Sonuçta eğer konu "illa ki barışsa" KCK operasyonlarının bir an evvel sonlandırılması gerektiğine ben de inanıyorum. Eğer biz bir IRA'nın silah bırakma sürecini örnek alıyorsak ve PKK'ya, "Bırak silahını! Sustur silahını!" çağrısı yapıyorsak çözüme değil, sadece kaosa hizmet eden bu operasyonlar durmak zorunda artık! Bir yandan, "gerekirse dağdaki PKK'lıyı da affedelim" deyip, diğer yandan yasal zeminde siyaset yapan Kürtleri toplayıp bir torbaya tıkmak akıl mantık işi değil. Düpedüz paradoks!
Ama bir diğer paradoks da aynı yolda yürüyen, sadece yürüyüş şekilleri değişik Kürtlerin birbirini "hain" diye damgalamasıdır! Evet devlet Kürtlerin legal siyaset yapmasının önünü tıkamaktan vazgeçmeli ama Kürtler de artık birbirine düşmanlıktan vazgeçmeli. Demirtaş görüşmemizde konuşmak istemedi bu konuda ama ben hâlâ ısrarlıyım sorgulamakta... Onun için bir daha soracağım:
Bugün başka bir platformda olsa da bir Kemal Burkay'ın Kürt halkı için mücadelesi neden göz ardı ediliyor? Bir Orhan Miroğlu'nun o uğurda yediği kurşunlar nasıl oluyor da hafızalardan siliniyor? Bir Muhsin Kızılkaya'nın kimsenin yazıp çizemediği zor ve karanlık dönemlerde Kürtler için kalemine sarılması neden hatırlanmıyor? "Öcalan'ın, PKK'nın yolu bana uyan yol" demedikleri için mi?
Kürt halkının hakları için mücadele sadece ve sadece BDP'ye ya da PKK'ya endeksli yapılınca mı meşru oluyor? Soruyorum o gece yayına girmeyen Ahmet Türk için, "doğru yaptı" diyerek Türk'ten yana tavır geliştiren Koray Çalışkan'a..
Önceki gece yazdınız Twitter'da hükümet ve CHP'nin işbirliğine karşı çıkan MHP'yle ilgili. Dediniz ki "MHP içeriği belli olmayan konuşmaya da karşı çıkıyor. Kapı kapalıydı kilitledik dediler. Meali: Barışa küstük..."
Peki bu cümleleri yazan siz, neden Devlet Bahçeli'nin elini sıkmakta beis görmeyen Ahmet Türk'ün Burkay'a ya da Metiner'e bu denli küs oluşunu onaylıyorsunuz? Yoksa sizce de "birer hain Kürt" mü bu insanlar?
Nedir bizim algılamakta zorlandığımız ama sadece siz ve sizin zihniyetinizdekilerin gördüğü hocam. Ne olur sonucunda? Aynı meclis altında siyaset yapan iki Kürt siyasinin birbirinin adına bile tahammülsüzlüğü, barış yolunda çözüme ne kazanç sağlar?
Kaç gencin daha ölümünü erteler? Kaç eve daha ateş düşmez? Kaç ananın yüreği Ahmet Türklerle, Burkay, Metiner, Miroğlu ve daha nice "hain" Kürtlerin "yan yana" gelmemesi ile dağlanmaz?
Hadi... Söyleyin lütfen hocam...
Söyleyin çünkü nasıl olsa siz! Herrrrrrşeyiiiii bizden daha iyi biliyorsunuz!
(Sabah gazetesinden alınmıştır)