Hafta içinde ilginç bir hadise yaşandı.
Askerle girdiği çatışmada hayatını kaybeden PKK militanı, ailesi tarafından memleketine götürülüyor. Konvoyun önünü kesen BDP'liler cenazeyi almak isteyince aile direniyor. Hava geriliyor. Benzer bir hadise daha: Kazan Vadisi'nde ölü ele geçirilen ve Malatya'ya getirilen kızlarının cenazesini almaya giden bir aile baskı ile karşılaşıyor. Morga giren aile, güvenlik görevlilerine dışarıda bekleyen BDP'lileri gösteriyor. "Kızımızın cenazesini onlara vermeyin. Bize baskı yapıyorlar. Cenazemize bile sahip çıkartmıyorlar." Meselenin geldiği son nokta budur.
Daha önceki günlerde de benzer olaylar meydana geldi. Mesela çocuğunu çatışmada yitiren bir aile Muş'taki taziye evine ay yıldızlı bayrağı astı. Ölen, şüphesiz, evlatlarıydı. Bu ülkenin çocuğuydu. Yanlışlıkla, aldanarak, propagandalara boyun eğerek de olsa dağa çıkmıştı. Ama sonuçta o genç, o ailenin bir parçasıydı. Bu ülkenin de vatandaşıydı. Aile örgüte bayrak asarak mesaj verdi: "Yeter!" dedi, "Benim adıma kan dökme artık!"
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Mesela Siirt'te düğüne gitmek için bir araca binen 4 kişiyi infaz etti örgüt. Gencecik çocuklar toprağın bağrına fidan gibi düşüverdi. Ailenin feryadı yeri göğü inleterek dalga dalga yayıldı ülkenin her köşesine. Yine PKK, Batman'da bir araca yaylım ateşi açtı. Bir anne, altı yaşındaki yavrusu ve sekiz aydır karnında taşıdığı bebeğiyle hayata gözlerini yumdu. Bir anda iki çocuğunu ve eşini kaybeden adamın hıçkırıkları 70 milyonun iniltisine karıştı.
İnternette cılız bir ses olarak başlayan ve dalga dalga büyüyen "Ben de Kürt'üm. Benim için öldürme!" sloganı yeni bir dönemin başladığını gösteriyor. Aslında bu süreç Hakkari'de sabah namazı kıldırmaya giderken sırtından vurularak şehit edilen Aziz Hoca'yla başladı. İmam Hatip yurdundaki minnacık çocukları diri diri yakma girişimiyle halkta oluşan "Yeter! Düş artık yakamızdan!" duygusu büsbütün görünür hale geldi.
Artık herkesin malumu; PKK Stalinist bir anlayışla yönetiliyor. Bir hedefe kilitlenmiş, o noktaya ulaşabilmek için her yolu mubah görüyor. O yolda yürürken, içeriden gelen her türlü itirazı kanla boğuyor. Örgüt, içeride ve dışarıda yaydığı korku havasıyla ayakta duruyor.
Son dönemlerde yapılan kanlı eylemler, kamu vicdanını eskiye oranla daha çok yaralıyor. Çünkü "Kürt sorunu"nda devlet, kendini hesaba çekti, yanlışlarından arınmak için hamleler yaptı. Kürtçe üzerindeki yasakların kalkmasından tutun faili meçhul cinayetlerin soruşturulmasına kadar pek çok konuda pozisyon değiştirdi devlet. İnsan hakları ve demokratikleşme çerçevesinde atılan onca önemli adıma, örgüt cephesinden de karşılık verilmesi gerekiyordu. Oysa PKK kendini hâlâ 70'li yılların Marksist Leninist örgütlerinden biri sanarak; üstelik kendi elemanlarına bile korku salarak eylemlerine devam ediyor. Bunun sonu yok...
Bugün yeryüzünde hiçbir devlet yok ki (ve de olamaz ki) silahlı eylemlerle karşısına çıkan bir örgüte boyun eğsin. Dünya konjonktürü terör metoduyla hak aramaya müsaade edecek durumda değil. Soğuk Savaş döneminden kalma usullerle hak talep edenler çağın gerisinde kaldı.
PKK'yı bekleyen iki büyük tehlike var: İlki, uluslararası durumla ilgili. Hiçbir devlet bir zamanlar yapıldığı gibi terörü açıktan destekleyemiyor, destekleyemeyecek. Bugünkü destekçiler de ilk fırsatta taşeronlarından kurtulma yoluna başvuracak. İkincisi, belki daha önemlisi: Daha dün denecek kadar kısa bir süre önce "Örgüt ne yapsa yeridir" diyen Kürtler bile "Devlet bu kadar olumlu adım atıyorken örgüt neden bu kadar kan döküyor?" diye PKK'yı sorguluyor. Örgütün sıkça kullandığı "Kürt isyanı", Kürtlerin PKK'ya isyanına" dönüşüyor.
Aslında Türklerin demokratikleşme macerası da böyle oldu. "Türkler adına", "devlet adına", "ülke adına" faşizm davası güdenlere, Türkler "Yeter!" dedi. Üstelik baskıcı icraatlarını üniformalara sararak yapanlara bile karşı çıktılar. İnsan haklarını, demokratikleşmeyi, hukuk düzenini, eşitliği, barışı, insan sevgisini, toplumsal uzlaşmayı vs. hamasi korumacılığa tercih ettiler. Ma'şeri vicdanın faili meçhul cinayetlere, işkencelere, haksızlıklara gösterdiği tepki olmasaydı Türkiye bugünlere gelemezdi. Kendini "devletin gerçek sahibi" ilan edenlere "Hangi hakla ve hangi hukuka dayanarak bunları yapıyorsunuz?" denmeseydi, çetelerle baş edilemezdi.
"Kürtlerin özgürleşmesi" de ancak Kürt olmayan kitlelerin özgürleşmesi gibi olacaktır. Nasıl büyük kitleler imtiyazlı zümrelerin kilitlediği bütün kapıları temel hak ve özgürlüklerin altın anahtarı ile açtıysa, Kürtler de kendi adına hareket ettiğini iddia eden baskıcı rejime demokratik taleplerle başkaldırarak engelleri aşacak. Temel hak ve özgürlükler konusunda her türlü baskıya karşı çıkma kültürü geliştiğinde bu ülkenin bütün insanları eşit olacak. Yoksa ha sistemin ırgatı olmuşsun ha örgütün kölesi...
Yeniden Ergenekon avukatlığı mı?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, hafta içinde Ergenekon sanıklarını ziyaret etti. Yaklaşık 2 saat süren ziyaretten sonra çok sert açıklamalar yapan Kılıçdaroğlu, Silivri'yi "toplama kampı"na benzetmiş. Ergenekon davasına bakan hakimlere verip veriştirmiş. "Onlara yargıç demeyi içime sindiremiyorum." demiş.
Kemal Bey'in cümleleri 'eski CHP'nin geliştirdiği söylemin tekrarına benziyor. Hatırlanacağı üzere bu söylem CHP'yi yüzde 20'lere demirlemişti. O kadar ki cumhuriyet mitinglerinin rüzgarıyla sol birleşmiş, sandığa medya desteği ve birleşme sinerjisiyle gitmişti. O seçimde yüzde 20'lik duvara çarpan parti Kemal Kılıçdaroğlu'nun gelmesiyle yeni bir rüzgar yakalamaya çalıştı. Aslında yakaladı da. Ne var ki yeni vitrininin peşini "Eski CHP" bir kâbus gibi takip etti, ediyor. O kâbusun oluşturduğu imaj şu: CHP darbe teşebbüslerini destekliyor ve darbe davalarında yanlış yerde pozisyon alıyor.
27 Nisan e-muhtıra gecesinde takınılan tavır, 367 tartışmasında gösterilen anlamsız gayret, darbe davaları sürerken sergilenen "Ergenekon'un avukatıyım" söylemi CHP'yi halktan büsbütün koparıyor. Küçük ama gürültülü bir kitlenin gönlünü alacağım diye yeniden "Ergenekon avukatlığı"na soyunmak CHP için de yanlış bir tercihtir Kemal Kılıçdaroğlu için de.
Halk bu davaların gerçekliğine ve önemine inanıyor. Nasıl inanmasın ki; bu ülkede 10 senede bir darbe yapıldı. Nasıl inanmasın ki; bombalar, law silahları, suikast planları vs. bu davanın delil klasörlerinde duruyor. Nasıl inanmasın ki; son verilen muhtıranın üzerinden sadece 4 yıl geçti. Nasıl inanmasın ki; son Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner bile darbeleri savunan bir çuval laf etti; sonra da kalkıp 'söylediklerimin arkasındayım' dedi...
PANORAMA
Yaklaşık üç senedir protesto ederek hiçbir televizyon programını seyretmiyorum. Ancak bayram münasebetiyle bazı haber bültenlerine göz attım. Aman Allah'ım, Allah seyredenlere sabır versin. Her haber için bir tansiyon ölçümü gerekiyor. Hac haberini bile trafik haberine çeviren, kalabalıktan şikayet ederek haccı anlatan, şeytan taşlama ibadetini "şeytandan geldik şeytana gidiyoruz" diye nakleden TV muhabirine şaştım kaldım. İnsan bu haberi yaparken hacıların yüzündeki mutluluğu görmez mi hiç?
Hakkı Devrim'in Peygamber Efendimiz hakkında söylediği söz, kendine de, yaşına da, tecrübesine de yakışmadı. Onca yıl yazı yazmış bir insandan bu kadar vahim bir saygısızlık beklemezdim. Neyse ki daha sonra sebep olduğu hatayı fark ederek, bir açıklama yaptı. Bir insan Hazret-i Peygamber'e saygı duymayabilir; ancak O'nu sevenleri rencide etmeye hakkı yoktur...
KCK operasyonlarını arkadaş hatırı üzerinden görüp davanın özüne bakmadan konuşan/yazan insanlar oldu. Onların hissiyatına da saygı gösterilmeli. Lakin KCK'nın ne olduğunu herkes yeni yeni öğreniyor. PKK'nın çatı yapısı, BDP'nin de amiri durumunda görüntüsü veren şebeke, paralel devlet olarak karşımıza çıkıyor. Yeryüzünde böyle bir yapılanmaya müsaade edecek ve o organizasyonun silahlı bir örgütle doğrudan bağlantısını görmezden gelecek bir devlet var mı?
Bayramı Van'daki depremzedelerle geçirmek için yola çıkmış bir kafile. İçinde Türkiye'nin en tanınmış simaları var. Ne ibretlik bir vakadır ki bu güzel kafileyi takip için giden bir haber ajansının muhabiri ya da muhabirleri, çocukların yüzüne "7.2 Van" yazdırarak fotoğraf çekip "ünlü olacaksınız" diye bir kurgu haber yapıyor. Bu kurgusal haber üzerine bazı yayın organları insanları Van'a davet eden derneğe ateş püskürüyor. Olayın kurgusal yönü sonradan ortaya çıkarıldı. İlgili haber ajanslarının özür borcu yok mu?