Baştan söyleyeyim, bu, benim için çok zor bir yazı. Hayatımın hiçbir döneminde, insanların çektikleri çileleri, karşılaştıkları ölüm-kalım savaşlarını kıyaslamadım. Savaşa tanıklık etmiş insanlar bunu yapamazlar. İnsanların kanı üzerinde konuşmak, bir kanı diğerinden üstün tutmak, ancak, savaş denilen insanlık suçuna hiç tanıklık etmemiş insanlara has bir davranıştır. 

Bosna Savaşı’nda ırkçı/faşist Çetnik’lerin Boşnak kardeşlerimize neler yaptıklarına tanıklık ettim, ama, bu durum, aynı savaşta, bu gruplarla hiç bağı olmayan masum Sırp sivillere Hırvat milislerin yaptıklarını görmezlikten gelmeme neden olmadı.

Suriye ve Irak’ta savaşın ağır çilesini çeken insanlara yaklaşımımız, asla, o insanların etnik ve dini yapılarına göre olamaz. DAEŞ’in katlettiği masum Şii siviller ile Şii milislerin çölün ortasında zincire vurup, işkence ettikleri masum Sünni sivillere hep aynı yaşam penceresinden bakmalıyız.

Okurdan ricam, bu yazının, Kobani’deki Kürtler ile Bayırbucak’taki Türkmenler’in yaşadıkları ağır trajediyi karşılaştıran ve bunlardan birine yakın duran bir yazı olmadığını bilmesidir.

Bu devlet Kobani’de ne yaptı, söylemelisin...

Tarih:14.kim.2014, öğleden sonra... DAEŞ ile PYD güçlerinin çatıştığı Kobani sınırında Mürşitpınar sınır kapısına 150 metre mesafede canlı yayın yaparken biraz arkamda bir Amerikan uçağından atılan füze patlayalı 30 dakika olmuş. Sınırdan sorumlu Türk komutanın beni aldırmak için zırhlı araç göndermesine direnip, işimi bitirdikten sonra bir duvarın arkasındayız... Duvarın 50 metre gerisi cehennem!..

Komutan ve kurmaylarıyla çay içiyoruz, savaş görmeyen bilmez, cephe böyle garip bir yerdir, bir yanın can pazarı, diğer yanın yaşamın akışında, sürüklenirsin...

O sırada yol güvenliğinden sorumlu astsubay geliyor, bir ambulansı görüyoruz. “Bir kadın militan komutanım, karnından yara almış” diyor. Komutan “Hemen hastaneye yetiştirilsin” diye cevaplıyor.

Ambulanstaki yaralı kadın militan bir PYD’li, TSK onu yaşama döndürmeye çalışıyor. Komutan kendine güvenli insanlara has bir tavır içinde, “Bu olay patladı, bize de yeni iş çıktı, umarım yarın silah başı yaptıklarında benim askerime kurşun sıkmazlar...”diye sürdürüyor sohbeti.

Bu, dünyada eşi-benzeri olmayan bir “askeri ahlak” örneğidir...

Bayırbucak Türkmenleri’ne giden silahların yolunu kesenin asıl niyetini, artık, bize savcılar söylüyor, bu olayı manşetlerinden köpürten meslektaşların hedefini de biz biliyoruz, geçelim...

Ama kimse -nedense- üç tarafı DAEŞ’le kuşatılmış, nefes alacak tek yeri Mürşitpınar sınır kapısı kalmış PYD’lilerin aylarca o direnişi nasıl sürdürdüğünü sormuyor. Bu insanlar ne yedi, ne içti, mühimmatları bittiğinde kim yardımına koştu, yaralılarını bombaları hiçe sayarak içeri girip alan o kahraman sağlık personeli ve ambulanslar kime aitti? Neden, PYD ısrarla mühimmat değil de, “ağır silah” talep etti, üç tarafı çevrili bir yerde, savaşçılarına Gazze’deki gibi tünel kazarak mı destek sağladı?

Bu soruların yanıtını Selahattin Demirtaş, en az benim kadar biliyor!.. Peşmergenin ağır silahlarıyla hangi devletin topraklarından geçip orada dengeleri değiştirdiğini de...

Bir devlet nasıl, Kobani’deki Kürt direnişçiye destek sağlarken “iyi”, Bayırbucak Türkmeni’ne silah sevk ederken “eli kanlı” olur?

Siyaset bir manşetle iflas etti...

Derdim, Cumhuriyet’in manşetine o haberi imzasıyla koyan Can Dündar ile değil. O, dört yılda 22 bin Türkmen gencin şehit olduğu bir savaşta seçtiği rota ile kendini gösterdi, onu, Allah’a havale ediyorum.

Ama, MHP gibi Türk milliyetçiliğinin aksiyoner partisinin lideri Bahçeli’nin, o manşetten yola çıkıp sorduğu “Hükümet, komşu coğrafyalardaki kanlı boğuşmaya hangi yasal ve ahlaki mazeretlere dayanarak silah sevkiyatı yapmıştır?” sorusu beni yüreğimden vurdu. Bu ülke, canını, ailesini ve namusunu korumaya çalışan Türkmen kardeşine yardım ederken MHP’ye güvenmeyecek de kime güvenecek? Bahçeli, devlet içindeki paralel yapılanmanın Türkiye’nin Ortadoğu’da elini-kolunu bağlama operasyonuna hizmet etmesinden sonra Türkmen kardeşlerimize gerekenin yapılmasının zorlaştığını bilmiyor mu?

“Terörün önlenmesi açısından çok önemli bir haberdir. Belki bu haber Ortadoğu’ya barışın gelmesinin de ilk habercisi olacaktır.” sözleriyle Kılıçdaroğlu’nun ırkçı Nusayri lider Beşar’ın yanında yer almasını normal karşılıyorum. O, bu beyin kimyasıyla “Bosna kasabı” Miloşeviç’in de yanında yer alabilecek bir portre...

Ama Demirtaş’ın “Saklıyorsan, suçlusun” demeye hakkı yok...

Kobani’de sırtını yasladığı devlet, Bayırbucak Türkmeni’ne destek olunca neden ortalığa dökülüyor, bunu anlatması gerekiyor.

(Star'dan)