Dünya ölçeğindeki her savaşın çeşitli sonuçları vardır. Şaşmaz sonuçlarından biri harita değiştirmesidir.
Birinci Dünya Savaşı sonrasını bir düşünün. Savaşın merkezi olan Avrupa’da ve tarihi Avrupa’yla bağlantılı olan Ortadoğu’da harita yeniden çizilmişti. Bazı devletler ortadan kalkmış, yeni devletler, eski coğrafyalarda ortaya çıkmıştı.
Aynı durum, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da oldu. Soğuk Savaş da, dünya ölçeğinde bir savaştı. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte Avrupa’da (ve Avrasya’da) harita bir kez daha çizildi.
Bir Sovyetler Birliği’nden 15 yeni devlet çıktı; Rusya, Ukrayna, Belarus, Moldova, Estonya, Letonya, Litvanya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Tacikistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkistan.
Yugoslavya’dan ise Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Karadağ, Makedonya, Bosna-Hersek, Kosova.
Çekoslovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye bölündü. İki Almanya birleşti.
Daha önce Sovyetler’in liderliğindeki güvenlik sistemi içinde (Varşova Paktı) yer alan ülkelerin bir bölümü, Polonya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan, eski Çekoslavakya’nın iki parçası NATO üyesi oldular. Eski Sovyet Baltık cumhuriyetleriyle, Varşova Paktı üyesi bazı ülkeler, Avrupa Birliği’ne katıldı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin sonuçları, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yeni yeni ulaşmaya başladı. Bölgenin haritası, Osmanlı Devleti’nin sahneden çekilmesi üzerine Birinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası, mevcut haritaya bir de İsrail eklendi.
Arap Devrimi ya da Arap Baharı denilen “tarihi dinamik”, bir yönüyle, Soğuk Savaş sonrasının “sismik titreşimleri”nin muazzam bir “bölgesel deprem”e yol açmasından başka bir şey değildir.
Bölge haritasının –ne zaman ve nasıl değişeceğini bilemem ve kimse de bilemez ama- mutlaka değişeceği bir tarihi döneme adım atmış bulunuyoruz. Irak, kapanmamış bir dosyadır. Arap Devrimi’nin Suriye’deki yansıması da, söz konusu “tarihi dinamik”in kaçınılmaz bir sonucudur.
“Sağ” ve “Sol” yerine...
Dünya ölçeğindeki büyük değişim, sadece “harita değişimi” değil elbette. Zihniyet kalıplarının da, bazı ideolojileri gömerek, değişimine yol açar. Soğuk Savaş dönemine ait olan “Sağ-Sol” kavramlarının kendilerine yükselen eski anlamlarını yitirmiş olduğunu defalarca belirttik.
“Sağcı” olmak ile “Solcu” olmak, eski anlamlarını taşımıyorlar, Soğuk Savaş döneminde anlamı olan “Sağ” ya da “Sol” kamplar ve kamplaşma artık geçerli değil.
Eski “Sağ” çeşitlendi; eski “Sol” da çeşitlendi. Artık, bir “yatay kesiş”ten söz etmek daha doğru. Bazı “sağcılar”ın, spesifik konular ve durumlarda bazı “solcular”a, “Sağ”ın diğer kesimlerine olduğundan daha yakın durması mümkün. Tersi de doğru.
“Değişim”in yeni bir “entelektüel elit” oluşturduğu da bir olgu. Bu bakımdan bölgemizde ve ülkemizde “İslamcı aydınlar” diye genelleştirilen bir sıfat söz konusu. Aslında, bu sıfatın “Liberaller” diye genelleştirilen sıfat kadar aldatıcı bir yanı var.
“Liberaller” etiketi yapıştırılanların ortak özelliği, “eski Sol”da yer almış ve güncel olaylara ilişkin olarak “Sol”un diğer kesimlerinin “eskinin tekrarı”nı ifade eden tavırlarından ayrılıyor olmaları. “Liberal” etiketi, bir de, birçok gelişmede “İslamcı aydınlar” etiketi yapıştırılmış olanlar ile ortak bir zemin üzerinde buluşabilmiş olanlara yapıştırıldı.
Uzunca bir süredir, “İslamcı aydınlar” ile “Liberaller”in kesişmeleri ve karşılıklı ilişkileri, ürettiği “sinerji” nedeniyle ilgi odağı oldu. Ayrılık noktaları belirdiğinde ise, karşıt “medya odakları”nda “Liberal-İslamcı ittifakı bitti” gibisinden “sevinçli” haberlere zemin teşkil etti.
“İttifak” değilse de, “kesişme” ve “ortak tavır” varlığından söz edilebilirdi. Bu “kesişme” ve “ortak tavır”, Türkiye’de özgürlük alanlarının geliştirilmesi ve “demokratikleşme” bakımından hayati önemdeydi. Aralarındaki kopukluk ve uzaklaşma, “özgürlükler” ve “demokrasi”nin sınırlarının genişletilmesi açısından olumsuz bir rol oynadı.
İslamcı aydınlar “adalet” peşinde
“Entelektüel elit”teki değişim noktasından bakıldığında, bugün, iki “kesim” arasında daha etkili olan ve olması gerekenin “İslamcı aydınlar” olduğunu kabul etmeliyiz. Tam da bu nedenle, “İslamcı aydınlar”ın demokrasinin kaderiyle birebir ilişkili konularda ön almaları büyük değer taşıyor.
Ve tam da bu nedenle, söz konusu “kesim”in, “Adalet Çağrımız Var” başlıklı bir girişimle Hrant Dink cinayeti davasında tavır almış olmalarını son günlerin en değerli, en anlamı gelişmesi olarak görmek gerekir. Bu konuda başlattıkları imza kampanyasının adresi www.adaletcagrimizvar.com.
Yayımladıkları bildiride, “Bu cinayetin aynı zamanda kendisini de hedef aldığı siyasi irade”nin “adil yargılamayı sağlamak için gerekli iradeyi ortaya koymadığını” vurgulayarak, Hrant Dink cinayeti üzerinden beş yıl geçmesine rağmen, gelinen noktadan “hayal kırıklığı” duyduklarını belirtiyorlar.
Ve şöyle diyorlar: “’Hak’ söz konusu olduğunda, Müslümanlar meselenin tabii ve zaruri tarafıdırlar. ‘Bir insanı haksız yere öldürenin üm insanlığı öldürmüş’ gibi olduğuna inananlar, her durumda adaleti üstün tutmak ve hakikatın şahitliğini yapmakla yükümlü olanlar, bu aleni haksızlık karşısında da susamazlar ve inançları gereği müdahil olmak zorunda oldukları bir davaya kayıtsız kalamazlar.
Müslümanların adaletten yana ağırlık oluşturması ve bu davanın hukuka uygun bir şekilde sonuçlanması için ihtiyaç duyulan desteği sağlaması, adaletin tahakkuku bakımından hayati bir önem taşımaktadır. İslami hassasiyet sahibi tüm kişi ve kuruluşları kendi davalarına sahip çıkmaya, sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye ve heba edilen beş yılın ardından, kapsamlı ve sahici bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için her kesimden vicdan sahibi insanlarla daha aktif bir şekilde çalışmaya davet ediyoruz”.
Ömer Faruk Gergerlioğlu, Yıldız Ramazanoğlu, Cemal Uşşak, Cevat Özkaya, Rıdvan Kaya, Hidayet Şefkatlı Tuksal, Ahmet Faruk Ünsal, Üstün Bol, Nevzat Çiçek, Mehmet Bekaroğlu, Abdurrahman Dilipak, Ufuk Coşkun, Fatma Bostan Ünsal, Yılmaz Ensaroğlu, Taner Ayaz, Betül Ayaz, Emrullah Beytar, Cihan Aktaş, Gülcan Tezcan, Cahit Koytak, Adnan İnanç, Neslihan Akbulut, Hilal Kaplan, Fadime Özkan, Özlem Albayrak, Burhan Kavuncu, Bülent Şahin Erdoğan, Yasin Aktay, Ramazan Kayalı, Hüseyin Hatemi, Kezban Hatemi, Nureddin Şirin’den oluşan “Çağrıcılar”ı kutluyoruz.
Siyasi iktidar, “İslamcı aydınlar”a ses vermeye mecbur. Birçok başka konuda olduğu gibi...
(Radikal)