En ağır krizler, gerçekte en olmaz görünen meseleleri çözmek için yaşamın karşımıza çıkarttığı fırsatlardır...

Başbakan Tayyip Erdoğan bir süredir savcıların “ifade vermeye çağırdığı MİT Müsteşarı krizini” çözmeye uğraşıyor...

Kendisinden ifade için istenen onaya cevap vermeyeceğini belirtiyor...

Yeni çıkan yasada bu onayı vermesinin zorunlu olmadığını hatırlatıyor...

Gerçekte ise konu hukuki değil, siyasi...

Tayyip Erdoğan konuyu savcıların talebine cevap vermemekle savuşturabilir elbette...

Danıştay’a itirazdan da bir sonuç çıkmayabilir...

Mesele tabiatıyla sürüncemede kalabilir...

Erdoğan, yarım yamalak bir iktidar sahibi değil, gücü yerinde muktedir bir Başbakan...

Bu taleplere karşı hukuki formüller bulmak onun için iş değil...

***

Fakat bence hayat, Tayyip Erdoğan’a bu konuya çok daha radikal bir çözüm bulması için talepte bulunuyor...

Hukuki formüllere fazla takılıp kalmadan, kendi “niyetini” yeniden ortaya koyma fırsatını tanıyor...

Herkes biliyor ki Erdoğan’ın gerçek “niyeti” Kürt meselesinin barışçıl bir şekilde çözülmesi...

“Niyet” bu, istek bu, arzulanan bu...

Bu gerçekleşmeyince “niyet” ile birlikte, sonuçlar ve uygulamalar da sorgulanıyor...

Sorgulanan şeyleri etkisizleştirmenin yegane yolu, “niyet”i tüm çıplaklığıyla ortaya çıkartmak...

“Niyet”i gerçek bir çözüm haline getirmek...

“Kürt sorununu” çözerek barışı kalıcı kılmak...

“Barış”ı, 75 milyon insana, analara, çocuklara, umutlara ve istikbale hayat verecek şekilde dizayn etmek...

Yaşama yeniden tutunmamızı sağlamak...

Kendimiz ve çocuklarımız için yepyeni bir gelecek oluşturmamıza olanak vermek...

***

Bunlar olmadığı müddetçe Tayyip Erdoğan da biliyor ki, ‘niyet’in uygulamaları sorgulanmaya devam edecek...

“Terör devem ederken neden masaya oturdunuz?” diye hayatın enerjisini yok eden sorular bitmek bilmeyecek...

Eleştirilerden nasiplenmeler, sorgulamalardan müsebbipler yaratılacak...

Hayat barış yönünde değil, yeni savaşlar ve yeni hesaplaşmalar istikametinde sürecek...

Aslında hayat mükemmel bir dayatma sunuyor Başbakan’a...

“Niyet”ini gerçekleştirmesi için bir fırsat da diyebilirsiniz buna...

Hayatın en krizli anı, çözümün kalplere düştüğü andır...

“Niyet” aslında kalbin bir yansımasıdır...

*****

SENİ SEVİYORUM, FAKAT BEŞİKTAŞ’I DAHA ÇOK SEVİYORUM RIDVANCIĞIM...

Sevgili Rıdvan;

Dün İbrahim Seten’e yazdığım gibi...

“Seni çok seviyorum...

Fakat Beşiktaş’ı senden daha çok seviyorum...”

Sen iyi bir Fenerbahçeli’sin, burası tartışılmaz...

Sen Aziz Yıldırım’ın çok iyi bir dostusun, burası da kuşku götürmez...

Şeytan olduğundan, tüyüne sahipsin, “Başbakan’dan kulüp başkanına ve adaylarına kadar herkesi sihirli etkin altına alabiliyorsun”, burası da su götürmez...

***


Ancak ufak bir sorun var...

Beşiktaş bizim yuvamız...

Çarşı’sıyla, Akaret’leriyle, kapalısıyla, açığıyla, numaralısıyla, beleş tepesiyle bizim ruhumuz orada gezinmekte...

Fenerbahçe’ye yeni başkan kimi yaparsın bilemem... Oralarda etkin fazla, ağırlığın müzmin...

Fakat Fenerbahçe’de kurmak istediğin sistemi Beşiktaş’a ihraç etmeye çalışma istersen...

Seni seviyorum...

Ancak Beşiktaş’ı

daha çok seviyorum...

Sevgilerimle

kardeşim...

*****

GAZETECİLERE ÖZGÜRLÜK VİCDANLARA ÖZGÜRLÜKTÜR!..

Nedim’in ve Ahmet’in kimlerle konuşarak kitap yazdığını bilmedim hiç...

Bunu önemsemedim bile...

Kendi kararıyla da yazsa, zaman zaman kendi kararıyla olduğunu zannederek, birilerinin “kullanımına” da girse bu benim gözümde gazeteciliklerini sorgulamaz... Bir gazetecinin bu tipten “komplikasyon”larının, olsa olsa gazetecilik etiği açısından, etiğin aşıldığı durumlarda da “gazetecilik suçları”ndan sorgulanabileceğini düşündüm hep...

Yazdıkları kitaplarla terör örgütünün parçası olmak, bir terör örgünün üyesiymişçesine hesap sorulmak, yıllara meydan okuyan hükümlerle yargılanmak, insan hayatının özgürlüğünü hiçe sayan tutuklanma süreleriyle demir parmaklıkların arkasına mahkum edilmek vicdanlara sığmazdı...

***


Nedim’le Ahmet dün nihayet bir yıllık tutukluluktan sonra özgürlüklerine kavuştular...

Gazetecilere gelen özgürlük, vicdanlara gelen özgürlüktür...

Nedim ve Ahmet’in özgürlüğü, hapisteki gazeteciler döneminin sona ermesinin ilk işareti olmalı...

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “gazetecilerin özgürlüğü konusunda” net tutumlar almaya başladılar...

Yargıyı rencide etmeden, tutuksuzluk özlemini anlatıyorlar...

Bu gelişme olumludur...

Bilmeliler ki hala değişen taslaklarda bile gazeteci terör örgütüne bilmeden yardım etmişse bir yıldan üç yıla kadar ceza alacak hükmü getirilmek isteniyor...

***

Hep yazıyor ve söylüyorum...

Gazetecilik; mesleğin doğası itibariyle “değişik kesimlerin kullanımına açık bir meslektir...”

Elinizdeki kalem, yakanızdaki mikrofon, “herkesin istifade için kendisine araç olarak gördüğü birer vasıtadır...”

Gazetecilik başka türlü yapılamaz...

Hep birileriyle haber görüşmesi yaparsınız, hep birileri istediklerini size aktarmaya çalışırlar, hep birileri sizi etkilemek için bin bir türlü yolu denerler...

Burada ayıraç, “gazetecinin niyetidir...”

Gazetecinin niyeti gazetecilik yapmaksa, her olayda “seni kim kullandı?” diye sormak abestir...

Her kullanıldığı farz edilen durumdan mahkumiyet çıkartmak, mesleği ilelebet mahkum etmek anlamına gelir...

Gazetecilere özgürlük, vicdanlara özgürlüktür...

Gazetecilere özgürlük, iktidarlara özgürlüktür...

Gün gelip herkes gazetecilere “terör örgütü üyesi muamelesi çekilmeyen” özgürlüklerinden nasiplenecektir... Nedim ve Ahmet gazetecilere gelecek yeni özgürlüklerin bayrağı olmalıdır...

*****

GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ

“GÜZEL ŞEYLERİN TUTSAĞI OLMAYIN...”

“Güzel şeyleriniz olsun, ama onların tutsağı olmayın...

Onlara sahip olun ama onların tutsağı olmayın...

Onlara sahip olun ama onların size sahip olmalarına izin vermeyin...

Yaşamınızın en temel hedeflerini;

Potansiyelinizin zirvesine erişmek...

Başkalarına hizmet etmek...

Başkalarının yaşamlarında fark yaratmak...

Kendinizden daha önemli şeyler için yaşamak olarak belirleyin...

‘Başarı’ güzeldir...

Fakat bu oyunun asıl adı ‘anlam’dır...

Robin Sharma”

***

Gelin mutlu ve anlamlı hayatın “değerli” tariflerinin üzerinden gidelim...

Yaşamdaki temel hedefiniz “potansiyelinizin zirvesine erişmek mi”, paranın zirvesine erişmek mi?..

Yaşamdaki mutluluk kaynağınız, “başkalarına hizmet etmek mi”, hep almak mı?..

Yaşamdaki dürtünüz, her şeye daha fazla sahip olmak mı, “başkalarının yaşamlarında fark yaratmak mı?..”

Hayattaki amacınız sadece kendinizi mutlu etmeye çalışmak mı, yoksa kendinizden daha fazla olan bir şeyi güzelleştirmeye çalışırken, kendinizi de mutlu etmek mi?..

Bu soruların yanıtlarında hayatın gerçek anlamları ve cevapların şifreleri var...

(VATAN)