Ertuğrul Kürkçü’yü dikkatle dinledim. Konuşmasında kimseyi kahramanlaştırma eğilimi olmadı.
“Geleneksel kültür hamasetini bize de dayatır. Derinlemesine ele almak yerine yüceltme istenir. Bunu biz devrimciler yapmayız elbette” deyip konuşmasının bir anlamda yol haritasını işaret etti.
Kürkçü’yü dinlerken çok duygulandım. O yıllardan öte Türkiye Cumhuriyet tarihinin sayfalarını da karıştırdım... Cumhuriyet tarihinin her döneminde iktidar, karşıtlarına özellikle rejiminin muhaliflerine çok acımasız oldu.
Uzlaşarak sorunları çözme kültürü Türkiye’de neredeyse hiç olmadı.
Lefkoşa’da gün batımı saatleri...
Başaran Düzgün arkadaşımla Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası’nın en üst kattaki toplantı salonun çıkıyoruz.
Çıkmak değil tırmanma...
30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının katledişinin yıl dönümü nedeniyle etkinlik...
Düzenleyen Yeni Kıbrıs Partisi...
Konuşmacı, Kızıldere Katliamı olarak nitelenen o korkunç olaydan sağ kurtulan o yılların Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü.
O zaman 24 yaşındaydı...
Şimdi 65 yaşında...
***
Ertuğrul Kürkçü, 14 yıl hapis yattı.
Hani derler ya, “En güzel yıllar”...
Ertuğrul Kürkçü en güzel yıllarını hapiste geçirdi.
Devrimci ruhu onu ayakta tuttu.
BDP’den Mersin Milletvekili...
***
Salona girip yerine oturdu.
Aklıma beş yıl önce Alevi Haber Ajansı’nın kendisiyle yaptığı söyleşiden şu kesit geldi:
“ - Kızıldere olayı nasıl gelişti, nasıl bir ruhla gittiniz oraya, ne yapmayı planlıyordunuz?
- Mahirler’in cezaevinden kaçışları sonrası büyük bir takip başladı, peş peşe tutuklamalar sonunda büyük şehirlerde yaşama şansımız kalmadı. Yegane bağlantımız Fatsa civarındaydı, oraya gitmek zorunda kaldık. İkincisi de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını önlemek konusunda bir karar vardı. Fatsa basılınca İngiliz teknisyenlerin, Denizler’in hayatları karşılığında kaçırılmalarına karar verdik. Kızıldere köyüne gitmemiz de; bu köyün bizi saklamaya amade olmasından, köylülerin bizim tarafımızı tutmasından değildi tabii. Sadece orada bir tane evi biliyorduk ve dört arkadaşımız oradaydı. Biz yapabileceğimiz son şeyi, yapabileceğimiz son yerde yapmış olduk.
- İnanıyor muydunuz bu insanlar karşılığında hükümetin pazarlık yapacağına?
- Herkes bunun böyle olmayacağını biliyordu.
- Bir şeylere tutunma ihtiyacı mıydı sizinki?
- Hiçbir şey yapmadan duramazdık. Çünkü sıkışmıştık ve Denizler idama götürülüyordu. Tabii kimse dönüp birbirine ‘Yahu duygun nedir?’ diye sormadı ama ‘hayatımızın son adımını onurlu atmak’ duygusu egemendi o an hepimize.
- Bir çatışmaya girdiniz, pek çok insan öldü, bir tek siz saklanmayı başardınız. ‘Ajan’, ‘muhbir’ denildi size bu yüzden. Ne hissettiniz bu kadar yıl?
- Açıkçası bugüne kadar kimse yüzüme karşı böyle bir suçlama yapmadı. Bunlar devrimci hareketin dışındaki eğilimlerin dili; bir politik mücadelede sıkışıldığında, sıra belden aşağı ve arkadan vurmaya geldiğinde kullanılan silahlardan biri.
- O evde kaç kişiydiniz?
- 11 kişiydik; üç de İngilizler 14.
- Katliam sırasında herkes öldürülürken samanlığa geçmeyi nasıl başardınız?
- Bu ayrıntıları konuşursak her şeyi sırayla anlatmam gerekir. Fakat olayların sırası böyle olmadı. Herkes, evin içerisine girilerek öldürülmedi. Dışarıdan havan toplarıyla ateş edildi, ev çöktü, arkadaşlarımın ellerindeki bombalar patladıktan sonra, sağ kaldığım için kendimi başka bir tarafa atma fırsatı bulabildim.
- Babanız ele geçirilen cesetler arasında sizi teşhis edemeyince yakalanmışsınız. İçin için babanıza kızdınız mı hiç?
- Ona kızamam tabii. Ama böyle bir şey olmasaydı ertesi akşam oradan kaçabilirdim. Çünkü ben ne olduğunu anlayamadığım için kaçamadım; hâlâ beni aradıklarını, köyde pusu olduğunu sanıyordum. Gün ağardıktan sonra fark ettim ki beni öldü sanıyorlar! Niye? Çünkü evin sahibi bizim 11 değil 10 kişi olduğumuzu söylemiş. Arkadaşlarımızın da yüzleri tanınmıyordu. Ben bunları nereden bilebilirdim? Fakat babam gelip ben diye gösterdikleri bedeni ‘Bu benim oğlum değil,’ diye teşhis edince arama yaptılar.”
***
Ertuğrul Kürkçü’yü dinlemeye gelenler salonu doldurdu.
Dikkatle dinledim konuşmasını.
Kimseyi kahramanlaştırma eğilimi yoktu.
“Geleneksel kültür hamasetini bize de dayatır. Derinlemesine ele almak yerine yüceltme istenir. Bunu biz devrimciler yapmayız elbette” deyip konuşmasının bir anlamda yol haritasını işaret etti.
Kürkçü’yü dinlerken çok duygulandım.
O yıllardan öte Türkiye Cumhuriyet tarihinin sayfalarını da karıştırdım...
Cumhuriyet tarihinin her döneminde iktidar, karşıtlarına özellikle rejiminin muhaliflerine çok acımasız oldu.
Uzlaşarak sorunları çözme kültürü Türkiye’de neredeyse hiç olmadı.
***
Kürkçü, Kızıldere’nin anma etkinliğinde konuşmasına rağmen, genelden kaçmamaya çalıştı.
1970’lerin Türkiye’sinde devrimci potansiyelin etkinliğini paylaştı.
“Bir köy evinde 11 kişiydik. Bizlere saldıran askerlerin sayısı ise binin üzerindeydi. Kuşatma altına alıp bekleselerdi, açlıktan ölürdük. Ama gözdağı örneği yaratmak için en ağır silahlarla saldırdılar ve katliam yaşandı” derken söylediklerinden fazlasını anlatıyordu aslında.
***
Ertuğrul Kürçkü’yü dinleyenler arasında Kürt öğrenciler de vardı.
Soru bölümünde, Kürt sorununa yönelik barış süreci sorularla gündeme geldi.
Kürkçü, soruna tek yanlı bakmadan yanıtladı soruları.
Silahların susmasıyla, barışın gelmiş olmayacağına da vurgu yaptı.
Barışın, sahiplenilecek ve taraflarca kabul edilecek kalıcı bir anlaşmayla olabileceğini çok güzel anlattı.
***
Kıbrıs sorununa Türk resmi politikasının penceresinden bakmadığını gizlemedi.
Kürkçü’ye göre Kıbrıs sorununun çözümü gecikirken Kuzey Kıbrıs’ın demografik yapısının değişmesi Kıbrıslı Türkler için bir tehdit.
Kıbrıs sorununun, başka konular vesile olmadığı zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelmediğini de anlattı.
***
KTOEÖS’teki etkinlik sonrası Ertuğrul Kürkçü ile HAVADİS ekibi olarak bir araya geldik.
Başaran Düzgün, Mete Tümerkan ve Halil Paşa ile Kürkçü’ye hem soru yönelttik hem de görüşlerimizi paylaştık.
O sohbetin ayrıntısı önümüzdeki günlerde HAVADİS’te yer alacağı için ayrıntılarını bu yazımın dışında tutuyorum.
Günün sözü:
Anlamlandırmak, anlatmadan ötedir.
(Havadis'ten)