11 maç ceza tahmin ediyor muydum Engin için?..

Evet...

11 olmasa da, 10 maç ceza bekliyordum...

Kimse bana bir şey söylemedi...

Bir yerden de duymadım “Engin’e ağır ceza vereceğiz” diye...

Fakat bellidir “insanlardaki savunma mekanizması...”

Engin’in yaptığı, direkt hakemleri etkiliyor...

Belli ki hakem camiası “Buna en ağır cezayı vermezseniz, maçlarda futbolcuların bize saldırılarının önüne geçemezsiniz...” dedi...

Hakeme ters çıkan çok futbolcu gördüm...

Küfür edenine rastladım...

Galatasaraylı Ayhan, Cem Papila’ya direkt küfür etti, Papila görmezden geldi, bunu da gördü bu gözler...

***


Fakat hakemi ittirerek sürüklemeyi bütün stat görüyor...

Cüneyt Çakır’ın saha içindeki otoritesi sarsılıyor, karizması çiziliyor...

Engin’in hareketinde küfür var mı?..

Muhtemelen...

Ancak küfürü herkes fark etmez, gösterirsin kırmızı kart, çıkartırsın, arkasından verirsin birkaç maç ceza...

Ondan daha önemlisi, milyonların gözünün önünde saha içinde hakeme kaba kuvvet kullanılmasıdır...

Engin’in hareketi her futbolcunun, bilinçaltına işliyor...

Onaylamasa da, bir sinir anında, adrenalin yükselmesinde, maç için tansiyon yükselmesinde bilinçaltına giren o hareket, dışa vurulacaktır...

11 maçlık ceza, bilinçaltına giren bu davranışın dışavurumunu engelleme amacını güdüyor...

***


“Hakeme, yani kendilerinden birine saldırılınca 11 maç ceza... Rakip takımdaki futbolcuya olsa böyle olmazdı...”

Doğrudur!..

İnsanoğlu kendisine yönelik mağduriyeti önemser, başkalarına empatiyi aynı oranda yapamaz...

Ne ki buradaki konu ‘bana yapıldı sana yapıldı’ meselesi değil...

Engin’in o hareketi en ağır şekilde cezalandırılmazsa, bundan böyle sadece Süper Lig’de değil, birinci ve ikinci liglerde, amatör kümede birçok maçta, sinirlerine hakim olamayan futbolcu hakeme saldırabilir...

Bilinçaltlarına bu davranış şırıngalanmıştır...

Bir sinir anında önüne geçmek mümkün olmaz...

Ancak çok ağır bir ceza, o olguyu örnek olay olmaktan çıkartır...

Bu ceza “Engin üzerinden tüm futbolculara yönelik bir caydırıcılık” içermekte...

Ceza caydırma amaçlı...

Olay bu açıdan ele alınmalı...

*****


KENDİNİ BİLEN KİŞİ OLABİLMEK!..

“Kendini bilen kişi, ne yazı kış yapmaya ne kışı yaz yapmaya çalışır...

Bunun yerine her birinden ayrı ayrı zevk almaya çalışmak esastır...

İşte bu noktada kendini bilen kişi, başkalarına göre üzüntü verici ya da sevindirici olan her hadiseden dersler çıkartır ve onları izlemekle yetinir...

Halbuki çevrelerinde egemen olmak isteyen kişiler, bu doğal seyirleri kendi yücelikleri için basamak yaparlar...

Kişinin karşılaştığı halleri bir ceza veya mükafat diye nitelendirerek, karşılarındaki kişileri bu yolla şartlandırırlar... Onları bu şartlanmalarla arzuları doğrultusunda ve çıkarları yönünde yönetmeye çalışırlar...

***


Kendini bilen ve gerçeğe vakıf olan kişi her türlü olayı, “sağ ayağının sol ayağını takip etmesi kadar normal sayar...”

Kendisini hiçbir olayın altına sokmayarak hayatını sürdürür...

***


Bu durumda o kişi için ne imtihan diye bir şey kalır, ne ceza ne de mükafat...

Artık o, olayların ve şartlanmaların üstündeki ‘özbenliğine’ yönelmiş biridir...”

(Ahmed Hulusi’nin Evrensel Sırlar kitabından)

*****


HÜSEYİN AYGÜN OLAYINDA PKK’NIN PROPAGANDA ETKİSİ...

Elbette Hüseyin Aygün’ün konuşmalarının üslubu, kendi siyasi görüşlerinin bir yansıması...

Aygün’e “Niye PKK’lılara yönelik yumuşak bir dil kullanıyorsun?..” demenin alemi yok...

Hüseyin Aygün yumuşak dil kullanıyor diye, olayı “düzmece bir kaçırma” olarak nitelemek de akıl kârı değil...

Fakat bir gerçek gözlerden uzak tutulmamalı...

Hüseyin Aygün’ün alıkonması olayında “PKK psikolojik pozisyon üstünlüğü sağlamaya çalışıyor...”

Bu yönüyle olay o kadar basit değil...

***


Aygün PKK’lı militanların “barış istediklerini” söylüyor...

Barış istiyorlarsa “Oslo’da devletin istihbarat servisleriyle görüşmeler neden kesildi, devam etmiyor?..”

PKK bilinmeyen bir örgüt değil...

Barış isteyen bir örgüt bunu kendi mecrasından duyurabilir...

Kaldı ki devletin gizli istihbarat servislerine haber gönderebilir...

Devletin ilgili organlarıyla örgüt arasında, ateşkese veya barışa yönelik temaslar zaman zaman yapılıyor...

PKK için bunu ilgili birimlere aktarmak mesele olmasa gerek...

Böyle bir eyleme gerek yok...

***


Konu kamuoyunu etkilemekse, o zaman da örgütün Kandil’deki sorumlusu demeç verebilir...

Demeç vermeyen birisi değil, çok defalar verdi...

Hüseyin Aygün’ün alıkonması “PKK’lı militanların barış isteklerini belirten bir eylem değil”, daha çok “PKK’nın her an her şeyi yapabileceğini gösteren” bir eylem...

Bu algıyı yaratıyor eylem...

“Koskoca milletvekilini güpegündüz alıp götürüyorlarsa, bu olay bitmiş” duygusu kamuoyunun zihnine nakşedilmek isteniyor...

***


Olay düzmece değil...

Fakat olay PKK’nın psikolojik savaşının bir tezahürü...

PKK olayı uzun zamandır, Türkiye içindeki siyasi savaşın bir “faktörü” olarak öne çıkıyor...

Sanki iktidarla meselesi olanlar PKK’ya can simidi niyetine sarılıyor gözüküyor...

Oysa PKK üzerinden AKP’ye yönelik yürütülecek bir yıpratma, hem ahlaki değil, hem de uzun vadede sonuç alıcı olmaz...

Toplumun hafızası, PKK konusunda -zaman zaman ‘bu mesele bitsin artık’ dese de- yeterince dolu...

PKK’nın eylemlerinden, siyasi kaostan iktidara yönelik bir yıpranma katsayısı beklemek doğru bir siyasi strateji ve mücadele yöntemi değil...

PKK bu mesajları verdiğinde, “Toplum bak demek barış istiyorlarmış” duygusuna yönelmiyor...

34 yıldır öyle olaylar gördü ve yaşadı ki bu toplum, siyasi algılamalardaki oynamalarla değişmez yargısı...

***


Kamuoyu yargısındaki değişim siyasi iradeyle mümkün olur ancak...

Kamuoyu devletin tepesindekilerin iradesini, beyanını ve şeffaf olmasını arzulayacağı açıklamalarını kaale alır...

Devletin tepesi de yetmez, ana muhalefet partisinin söylemleri de etkilidir...

Anlaşılıyor ki bölgedeki hassas durum Türkiye üzerinde “tehlikeli bir çemberi”n oluşmasına imkan tanıyor...

Bu tehlikeli çemberin daralması kimsenin yararına değil...

Çember iktidarı değil, Türkiye’yi boğuyor çünkü...


(Vatan gazetesinden alınmıştır)