Müslümanların Masumiyeti filminin ifade hürriyeti ile alakası yok. Filmin kendisi en hafif tabirle nefret suçu kapsamında
Ben delilik demiştim.
Meğer işin içinde çok büyük bir sahtekârlık da varmış.
Müslümanların Masumiyeti filminin yapımcısı olarak kendisini tanıtan Sam Bacile’in gerçek adı Nakoula Basseley Nakoula imiş.
Yahudi değil Kıpti Hıristiyanmış.
İsrailli değil Mısırlı bir Amerikan vatandaşıymış.
Sade bir vatandaş değil sabıkalı bir dolandırıcıymış.
Okul müsameresi tadındaki pespaye filminde oynaması için oyuncuları bile dolandırmış.
Filmin adını bile çarpıtarak sunmuş.
* * *
Oyuncular Müslümanların Masumiyeti adı altında İslam dini ve peygamberinin karalanarak anlatıldığı bir filmde değil, ‘Çöl Savaşçıları’ adı altında Ortadoğu’da kadınları aşağılayan, sapkın ve barbar bir lideri anlatan bir filmde oynadıklarını zannediyorlarmış.
Filmde oynayan oyuncuların sözleri bile dublajla değiştirilmiş.
AP muhabirine kendisini Sam Bacile olarak tanıtan Nakoula Basseley sadece kimliğini gizlemekle kalmamış, muhabire ısrarla İsrailli olduğunu söylemiş.
Niye İsrailli?
E, Ortadoğu’da gözü dönmüş saldırganları harekete geçirmek için İsrail’den daha iyi bir gerekçe mi olur?
Her şey öylesine açık bir düzenbazlık ki tüm unsurlar titizlikle yerleştirilmiş.
* * *
Filmin sponsoru, kilisesinin önünde Kur’an yakma ayini düzenleyecek kadar kendinden geçmiş fanatik rahip Terry Jones.
Filmin danışmanı Steve Klein, Cesur Hıristiyanlar Birliği ve Ulusal Amerikan Kıpti Meclisi gibi aşırı sağcı ve İslam karşıtı hareketlere üye.
O kadar cesur ki beyefendi “Bu filme, sonunda ne olacağını bilerek girdik” diyor.
Amerikan büyükelçisinin öldürülmüş olmasını bile önemli bulmuyor.
Çünkü maksat tam da bu.
Her türlü sahtekârlığa başvur, İslam Dünyası ile İsrail ve Amerika’yı karşı karşıya getir.
Bir kışkırtma bu kadar açık ve sahtekârca düzenlenince ne yapmak gerekiyor?
Amerikan hükümetinin acilen bu düzenbazları, nefret suçu ve sahtekârlıktan yargı karşısına çıkarmaları gerekiyor.
* * *
Ama maalesef Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton hâlâ filmi onaylamamakla beraber meseleye ifade hürriyeti açısından bakmak zorunda olduklarını söylüyor.
“ABD hükümetinin bu videoyla ilgili kesinlikle yapacak hiçbir şeyi yoktu. Biz bireyleri ne kadar tatsız olsalar da görüşlerini ifade etmekten alıkoymayız. Videoyu ve içeriğini ise reddediyoruz. Bu iğrenç ve menfur bir video...”
Sorun tam da bu.
Meselenin ifade hürriyetiyle alakası yok.
Filmin kendisi en hafif tabirle nefret suçu kapsamında.
Arkasındakiler ise yalan beyan ve dolandırıcılık dahil her yola başvurmuşlar.
Ama seçim öncesi atmosferin etkisiyle Clinton hâlâ ifade hürriyetinden bahsediyor.
Bu, meselenin Amerika’ya bakan yüzü.
Esas sorun ise şu: İslam’a ve peygamberine bu kadar açık bir provokasyonla ‘Barbar’ diyen bir filme bazı Müslümanların tam da filmin çizmeye çalıştığı imaj doğrultusunda ‘barbarca’ tepki vermeleri.
İslam dünyası adına en acı vereni de bu.
(Radikal gazetesinden alınmıştır)