Fenerbahçe’nin bir maç yazısını yazdırırken, “Takım olağanüstü dönemden geçiyor diye Emre’ye bir haller olmuş... Kendinde önemli güçler olduğunu vehmediyor... Bu davranışları Fenerbahçe’ye zarar veriyor...” anlamında sözler sarfettim...
Üzerinden iki üç hafta geçti ki olay patladı...
Daha doğrusu Aykut Kocaman patladı...
Emre’nin takım arkadaşlarına durmaksızın patlamasına, Aykut Kocaman “yeter artık” diye patladı...
Fakat egosu sınırları aşmış olan Emre bu çıkış karşısında da pes etmedi...
Aykut Kocaman’a da patlayarak “sen nasıl benimle böyle konuşuyorsun” mealine gider yapan sözler söyledi...
Yöneticilik yaptım, bilirim...
Böyle durumlarda Hoca’nın raporu esastır...
Kadro dışı kalma kararını yönetim kurulu verir, fakat kurul Hoca’nın isteklerinin dışında bir karar vermez böyle günlerde...
İki nedenle...
Fazladan inisiyatif koyarak, Hoca’yı mutsuz etmek istemez...
Sorumluluk alıp, yarın kendisinden “hesap sorulmasına” maruz kalmayı arzulamaz...
İlerde tartışma yaratacak, tehlikeli durumlarda yönetim kurulunun “taraf olmaması, topa hemen girmemesi” esastır...
Bu yarın sular durulduğunda, yönetim kurulunun “devreye girmeye takati kalsın” diyedir...
Nitekim Emre’nin, Hoca’sına çıkıştığı saatleri izleyen gün boyu tüm televizyonlar ve internet siteleri “Emre kadro dışı kaldı” başlıklarıyla haber geçiyorlar...
En sonunda “bilinmedik bir el devreye giriyor” ve gece yarısını geçen saatlerde, “Emre kadro dışı değil... Bu kararı yönetim verir... Yönetim toplanıp bu kararı vermedi... Yönetim, Hoca’yla futbolcunun arasını bulacak...” deniyor...
Olayı izlerken “şaka gibi geliyor” bana her şey...
Emre’nin Fenerbahçe içinde inanılmaz bir gücü var, bunu görüyorum...
Bu gücün Emre’nin oynadığı futboldan kaynaklandığını düşünmek safdillik olur...
Öyleyse nedir Emre’deki gücün kaynağı?..
Şöyle diyor:
“Kadro dışı bırakılmam söz konusu değil... Yapmamış olduğum bir hatadan dolayı ceza çekmem...
Küçük olduğum için ‘ben’ özür diledim...
Aykut Kocaman’a çok saygı duyuyorum...
Bu bir milat mıdır değil midir bilmiyorum...
Ayinesi iştir kişinin...”
Bu sözler dün akşam 18’de Emre’nin yaptığı basın toplantısında kendi ağzından söylediği sözlerdir...
Sözlerin içinde “özür” kelimesi geçebilir...
Oysa “özürlere esas olması gereken pişmanlık ve hatalı olma hali” yoktur Emre’de...
Emre; pişman olduğu veya hatalı davrandığı için değil, “küçüğü olduğu için Aykut Kocaman’dan özür dilediğini söylemekte...”
Sanki muhatabı takımda beraber oynarken tartıştığı Cristian‘dır...
Özür dilemek zorunda olduğu kişinin kendi üzerindeki tek otorite olan Hoca’sı olduğunu bile unutmuş gözükmektedir Emre Belözoğlu...
Bu hiçbir futbolcunun sahip olabileceği bir güç değil...
Real Madrid’in yıldızı Guti’nin, Carvalhal gibi genç ve mütevazı bir Portekizli Hoca karşısında bile bu gücü yoktu...
Parmağını işaret ettiği gibi kendisini kadro dışında buldu dünyaca ünlü yıldız...
Emre gibi davranmaz fakat iddia ediyorum, Alex böyle davransa kapı gösterilir kendisine Fenerbahçe’de...
Nedir bu Emre’nin gücü?..
Nereden geliyor bu güç?..
Bu çocuk kendisine kimi dayanak aldığını zannediyor da böyle afra tafrayı son raddesine kadar sürdürüyor?..
32 yıllık gazeteciliğin, futbolun içinde geçen onca yılın birikimi; bende “çok derin izlenimlerle dolu çarpıcı bir hissiyat bırakıyor” muhakkak ki...
Vah yazık diyorum Fenerbahçe’ye...
Vah ki ne vah...
CANLI YAYINDA RÜŞVETİN 10. YILINDA TELEVİZYONDA ŞİKE SKANDALI...
Dün “televizyonlarda şike operasyonu” başlamadan önce eski haber müdürüm Taner (Dileklen) aradı...
Kanaltürk’te iç yapımlar müdürü...
“Televizyon programının ortasında rüşvet pazarlığı yaptırıp, numaraları alınmış paraları saptayarak, polise canlı yayında baskın yaptırdığımız ve canlı yayında naklen rüşvet verilmesini yayınladığımız o Ateş Hattı programının 10. yılıydı 8 Aralık tarihi” dedi...
“Yapma Taner” dedim, “10 yıl oldu mu?..”
Polisle birlikte kamera beni çekerken, stüdyodan kalkıp Taner’e rüşvetin verildiği yere gidiyordum...
Bunca yıllık yayıncılığıma karşın kalbim küt küt atıyordu...
Polis kelepçelerini hazırlamış arkamdan geliyordu, rüşvet veren kişilere suçüstü yapıp yakalamak üzere...
Stüdyoda seyirciler bekleşiyordu ne yapacağım diye...
Rüşvet veren kişilerin cep telefonlarını bir vesileyle kapattırmıştık...
Yayında tanıdıkları birileri onları rüşvet verirken görür de telefonla uyandırır diye...
Rüşvetçiler; rüşvet verirken bütün Türkiye gizli kameradan onları izliyordu...
Rüşvetçilerin ise bundan haberi yoktu...
Onlar işini halledecek diye Meclis’te çalıştığını zannettikleri Taner’e rüşvet paralarını veriyorlardı o sırada...
Ben de dışarda bu rüşvetin verilmesini izliyordum polisle...
Paralar verildikten sonra kapıyı açıp suçüstü yapılacaktı canlı yayında...
Ateş Hattı stüdyosunda insanlar nefeslerini tutmuş bekliyorlardı...
Her ihtimale karşı birisine bir şey olur diye bir ambulans tutmuştuk, dışarıda bekliyordu...
***
O zamanlar bir ünlünün ettiği “Rüşvetin belgesi mi olur pe...nk” sözünden esinlenmiş, “O belgeyi canlı yayında biz çıkartırız” demiştik...
Paranın verildiği kapıdan içeri girerken, kötü olmuştum...
Rüşvet verdiği görüntülenen adamların, üzerine gidememiştim...
Onlara kamera tutmakla yetinmiştim...
Soru bile sormamıştım canlı yayında...
Ne olur ne olmaz, “inme” iner adamlara diye...
***
Nerden nereye?..
Habercilik yaparak, habercilik yaparken rating alarak, canlı yayında rüşveti belgeleyen televizyon yayıncılığından, dün geldiğimiz nokta televizyon yapımcılarının “rüşvet vererek rating cihazı bulunan evlerdeki deneklere manipülasyon yaptıkları iddasıyla” gözaltına alınmalarıdır...
Bir televizyon yayıncısı, şöyle veya böyle kamu görevi yapan bir insan, nasıl yapabilir bunu?.. Hangi ihtirasla, saikle, rating cihazı bulunan deneklerin evlerini öğrenip, onları hediyelere ve paraya boğarak izlenme oranlarını değiştirmeye çalışır?..
Umarım bu iddiaların hiçbiri doğru değildir...
Umarım bunların hepsi, yalancıların, iftiracıların, çekemeyenlerin kuru iftiralarından ibarettir...
***
Yok eğer öyle değilse...
Eğer bir televizyoncu böyle bir olayı yapmaya tevessül etmişse, o kirli düzenin aktörleri büyük bir töhmet altındadır...
Bir haber merkezinin canını ortaya koyarak televizyon canlı yayınında, Türkiye’deki rüşveti canlı yayında naklen yayınlamasının 10. sene-i devriyesinde, televizyoncular yapımları için rüşvet vermekten gözaltına alınıyorlar...
Rating almak ayıp değil...
Ayıp değil dürüst habercilik yaparak, canını dişine takarak, rating almak...
Ayıp olan, daha doğrusu günah olan vebali ağır olan, “rüşvet verip, ratingleri değiştirmek...”
Dün A Haber’de Yayın Yönetmeni olan eski haber müdürlerimden Yüksel (Altıntaş) “Abi bu olay televizyonda şike skandalı olarak görünüyor... Araba göndereyim, ne olur canlı yayına bağlan...” dedi...
Eski yönetmenim, şimdi SHOW TV Genel Müdür Yardımcısı Caner Erdem, eski spikerim Saba’nın programına gelmem için günlerdir yalvarıyor...
Biraz beklesin arkadaşlar...
Hele bir soruşturmalar ve sonuçlar ortaya çıksın...
“Yayıncılığı kirletiyorlar” diye tukaka edilmeye çalışılan dürüst insanlar tarihin doğru yazılması için konuşacaklar az sonra...