DİN-devlet ilişkileri meselesi, ülkemizin hâlâ en sorunlu, en tartışmalı konu başlıklarından biri. Diyanet\'in yapısı, zorunlu din dersleri derken 4x3 eğitim modelinin içerdiği seçmeli Kuran dersi, tartışmayı da bir hayli kızıştırdı. Bu da normal, zira gayet hakiki bir ayrışma söz konusu. Ayrılık gayrılık olmasa iyiydi, ama realite bu.
Devletin dinle teşriki mesaisini sınırlandırması ve bu işi tümüyle sivil topluma havale etmesi gerektiğini düşünenler var, tartışılabilir bir görüş.
\"Devlet de toplum da dinle ilgilenmesin, hayatımızda hiç din olmasın, ne benim ne onun hayatında, ah duymak bile istemiyorum\" diyenler var. Bu görüşü inancımla da demokratik hak ve özgürlükler bağlamıyla da bağdaştıramadığımı, \"zorbalık\" olarak gördüğümü daha önce de ifade etmiştim.
Bir de, \"Devlet istese de dinden tümüyle elini çekemez, hatta çekmemeli, ama kendisi yeni bir din yaratmaya girişmemeli ve sivil toplumdaki dinsel ekol, inanış ve uygulama farklarından doğan çoğulcu zemini kırmadan, bükmeden yönetebilmenin yolunu bulmalı\" diyenler var. Ben bu gruba giriyorum.
Son günlerin ateşli konusu olan yeni eğitim modeline hararetle muhalefet edenlerin başında gelen CHP, söz konusu modelin Kuran ve Peygamber\'in hayatını içeren dersleri seçmeli hale getirmesini, yani devletin Kuran dersi verebilecek olmasını, hükümetin \"din bezirgânlığı\" yapması olarak görüyor. Tabii, asıl tepki devlet ile din arasındaki mesafenin azalmasına.
Din eğitimi vermekle, dini konulardaki bilgi ihtiyacını gidermekle din bezirganı olunuyorsa, o zaman kimseden din diyanet öğrenemeyeceğiz demektir. Bu perspektif din konusunda aydınlatıcı olmayı iyi niyetle amaçlayan sivil toplum nüvelerini de din tüccarlığı yapma ithamı altında bırakan bir yaklaşım. Velev ki din tüccarlığı diye bir şey var ve halk buna rağmen konuya itibar ediyor, oradan gidelim hadi. Diyelim ki vatandaş iki kötü durumdan birini seçmek zorunda ve soruyor: \"Hangisi satarken daha az kazıklar?\"
Bu soruya \"Devlet daha az kazıklar\" diye cevap vereceklerin sayısının ciddi yekûn teşkil edeceğini düşünüyorum. Zira \"devlet\" ile ilgili algı, ama haklı ama haksız en azından \"ciddiyet, disiplin ve kâr amacı gütmeme\" gibi kavramlarla özdeşleşmiştir ve hatırlayalım, devlet mutabakat demektir, millet adı verilen çok geniş bir topluluğun oluşturduğu mutabakatın tezahürüdür. Toplumun güvenliğini emanet ettiği yere aynı zamanda güvenmesi, gerek fizik gerek coğrafya, gerekse din eğitimini onun elinden almak istemesi kadar normal bir şey olamaz.
Vatandaş, \"Ben mecbur muyum, Peygamber\'in hayatını öğrenecek diye çocuğumu merdiven altı Kuran kurslarına ya da kurumsal karşılığı, denetlenebilirliği tam olarak mümkün olmayan yerlere göndermeye?\" diye sorduğunda, devletin buna cevap vermek gibi sorumluluğu da olur.
Ayrıca dini meditasyon yapmakla karıştıracak kadar cahil değilseniz, kimseye gidin dininizi evinizde öğrenin de diyemezsiniz. Bu işi sivil topluma terk etmenin meyvelerinden en çok rahatsız olacakların \"Devlet din eğitimi veremez\" diye tutturması, aslında ciddi bir tutarsızlık göstergesidir. Devletin \"Laikliğime halel gelir\" diye bu meseleden kendisini alabildiğine soyutladığı bir ihtimal, öğretmen-öğrenci ilişkisinin yerini şeyh-mürit ilişkisinin alması ihtimalidir.
İnsanların nasıl bir din tasavvuruna hizmet ettiği bilinmeyen tarikatlara akın ettiği, gerçek din tüccarlarının insafına terk edildiği bir olasılıktır o. Payınıza doğru bir adresin düşeceğinin garantisi yoktur. Müritlerini \"badeleyen\" Bursalı şeyh unutuldu mu? Sonra Fadime Şahin... Malum baskınla açığa çıkan durumun 28 Şubat darbesine hazırlık provokasyonu olduğu ne kadar doğruysa, hikâyenin gerçeklik payında \"manevi ve içtimai arayışlarının sonunda ona buna meze olmuş bir genç kadın\" bulunduğu da o kadar doğrudur.
Velhasılı yaşantısında dini referanslar bulunmasını önemseyen ve dini yönelimleri sistem tarafından cezalandırıldıkça dine olan ihtiyacı artmış, dolayısıyla sömürülme riski de artmış bir toplumda devletin din alanından elini tümüyle çekmesini beklemek hayalcilik olur.
(Habertürk)