Üçüncü dünya ülkesi refleksi dediği “ceset yanında sevişebilmek”... 30 yıldır bunu yapıyoruz.
İşin yazıp çizmek değilse öyle yapması kolay.
Etrafım, meslektaşlarım hariç neredeyse tamamen böyle. Göz ucuyla televizyona bakıyorlar, felaket haberi varsa, kanal değiştiriyor veya komple kapatıyorlar cihazı. Gazete elbette almıyorlar. Çok lazımsa ayıklayarak internetten okuyorlar... Televizyon seyretmeyen de biliyorum.
O arkadaşlarımdan biri geçen gün “Uludere olayı ne?” diye sordu. Kürtaja kadar varan hikâyeyi bir çırpıda anlattım. Eskiden olsa bilmiyor olmasını ayıplardım. Şimdi ayıplamıyorum. Felaket haberlerinden çok fena yorulmuş bir Türkiye var karşımızda...
Köşecilerin en kıskıvrak kaldıkları günler de bu günler. Aynı şeyleri yüz bin kere yazmış da olsan yeniden yazman lazım. Görmezden gelemezsin. Bir yerinden tutmaya çalışırken farkında olmadan kendi bıkkınlıklarını da ifade ediyorlar aslında.
Hürriyet’ten Tuna Kiremitçi “acılı insanları yayınlamak, mahremin röntgenlenmesidir, terörün PR’ıdır” demiş “Rahat bırakın şehit ailelerini” başlıklı yazısında...
Acılı bir eşin, ana babanın, o halleriyle haber olmak istemeyeceğini söylüyor. İki gün önce Metehan Demir de televizyonda isyan ediyordu. Oğullarının şehit düştüğünü haber vermek için giden askeri yetkililerle beraber televizyon kameralarının da gitmesine. “Artık bu kadarı da çok fazla diyordu” gözleri dolu dolu...
Türk basını ayarı hiçbir zaman tutturamıyor zaten. Biz “üç maymun” yollarından da geçtik. Tuna, çocukluğunu hatırlasın. Yıllarca TRT’nin buz gibi sesinden “çatışma... ölü ele geçirildi.. 7 er şehit” dışında bir haber alabiliyor muyduk? Sanki robotlar savaşıyordu. İsimleri hızla okunur, hızla askerlik için çekilmiş çirkin fotoğrafları gösterilir, “kanları yerde kalmayacak” konuşması... hop... başka haber.
Basın da öyleydi. Çatışmaları ve kayıpları ya hiç görmüyordu ya da üçüncü sayfadan küçük haber şeklinde veriyordu. Aman teröristin istediği “PR” olmasın diye. O zaman “emir” böyleydi.
Sonra “emir” değişti ve artık utanmazlık sınırının çok çok altında bol bol “görüyoruz”... Ancak bu kadarının “iyi niyetli” bir görme olduğunu söyleyemeyeceğim. “Oğlun öldü” haberini alan bir insanı görüntülemenin ahlaklı bir izahı olamaz.
Ahmet Hakan Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel’in şehit cenazesinde ağlamasını “kıymetli” bulurken Ertuğrul Özkök ise “ son derece moral bozucu” bulmuş. “Paşam, sen ağlarsan Türkiye zırlar” başlıklı yazısında Necdet Özel’e “Moralimizi bozma, git evinde ağla” tavsiyesinde bulunmuş.
Gördüğünüz gibi Türk köşecilik sektörü, bu sıcakta duyarsız olmadığını kanıtlamak için uğraşıp duruyor ama gelip dolaşıp Melike Karakartal’ın dediklerine geliyoruz.
Herkes yorgun, bitkin, bezgin. Değilmiş taklidi yapıyor.
Ama günün zırvalama şampiyonşip birinciliğini müsaadenizle Ertuğrul Özkök’e vermek istiyorum. Çok hızlı bir şekilde emekli olup televizyona göz ucuyla bile bakmayan insanlardan olsa, sanki daha iyi olacak. Metal fena halde yorulmuş.
(Vatan gazetesinden alınmıştır)