Dostlarımın da bildiği gibi bir kaç haftadır Türkiyedeyim. Bu ülkede konu sıkıntısı yok, yazmak isteyene. Gazeteciler ve yazarlar ne kadar şanslılar. Her gün, her saat bir başka konu bulabilirsiniz. İstanbul’da sabah evinizden çıkın, akşama kadar en az on makale benden size garanti.
Hele İstanbul...
Kaldırımlardan başlarsınız, yollardan, yanlış parkeden arabalardan, trafik düzeninden, nezaket problemlerinden, alışveriş kültürüne kadar neler var neler...
Önünüze fırlayan yaşlı teyzenin hayatını konu edebilirsiniz, taksicinin psikolojik analizleriyle yazınızı süsleyebilirsiniz. Hele biraz cebelleşin trafikte, minibüs şöförleri iki dakkada hayatın anlamını keşfettirir size.
Sağlık, güvenlik, metrobüs, marmaray, eğitim, trafik, medya, siyaset, üretim, tüketim... Her yer malzeme dolu.
Siyaset ve spor o kadar hareketli ki, sokakta vatandaşın konuştuklarını toplayıp yazsanız ayda bir kitap çıkar.
Siyasetçileri izleyin, uçanı kaçanı bir tarafa; atanı tutanı diğer tarafa... Bol geyik malzemesi var.
Televizyonları izleyin, biraz keşfetmek için bakana çok malzeme var. Reklamlardan, uzun dizilere; haber bültenlerinden, tartışma programlarına bol konu var.
Az önce bir reklam izledim mesela, sakız reklamı. Sahne, bir iş yerine geç gelen bayanla başlıyor. Patron kızıyor, “saat kaç” deyip duruyor. “Herkes senin gibi geç gelse işe, bu işler nasıl yürür Selin Hanım” diyor. Kızımız üzgün, mahçup. Suçlu hissediyor, her halinden belli.
Ama birden aklına geliyor. Cebinden meşhur sakızı çıkartıyor. Atıyor ağzına. Cakkıdı cakkıdı... derken patron gözünde küçülüyor. Küçümser bir ifadeyle patronuna bakıyor, omuz atıp yanından geçip gidiyor, hayasızca...
Şimdi bu nedir?
Yorumu size bırakıyorum.
Medeniyet yolunda uzun bir yolumuz var daha...