Bir ülkenin demokrasi standartları, kampanya, kumpanya, promosyon ve provokasyon dönemlerinde değil, kampanya, kumpanya, promosyon ve provokasyonun olmadığı günlerde belli olur...

Mağdurun ve mağrurun kimliği “güç sizden yana tavır almadan” bellidir...

Demokrasi, güç sizin yanınızda yer almadan standardını benimsiyorsanız demokrasidir... ..

Kolaydır, Başbakan “28 Şubat’ın hesabını verecek herkes” dedikten sonra, itirafçı kesilmek, hesap sormak yönünde büyük etik mücadelelere girmek, eteğindeki kanları temizlerken, taşları döktüğünü gevelemek...

***
Şimdi herkes çıkmış “Bana da şunu yapmışlardı” diyor...

Marifet değil, “Bana da bunu yapmışlardı” demek...

Mağduriyet hiç değil...

Mağdursan mağdurluğunu bileceksin...

Eğilmeyeceksin zamanında...

Direneceksin icabında...

Seni rezil etmeye çalıştıkları günlerde, itibarsızlaştırmak için ellerinden geleni ardlarına koymadıkları süreçlerde, sivil toplum örgütlerine egemen, kurumlar üzerinde etken oldukları günlerde sesini çıkartacaksın, tarihe bir not düşmeye çalışacaksın arkadaş!..

***
Mağdur olurken ne yaptığınızı görecektim önce bir...

İstifa etmeye zorlanırken, niye istifa etmeye direnmediğinizi öğrenmeliyim önce bir...

Torba açıldı, herkes dökülüyor ve döktürüyor...

Ben de “dökülenleri ve döküntüleri” izliyorum...

Melanet, garabet, kelime-i dehşet, felaket ve kıyamet; arka arkaya arz-ı endam etmektedir...

Çok iyi ve çok güzel...

Ey millet, o insanlara bunlar yapılırken, size bizzat acı tattırılırken, herkes çaresizlik içinde kıvranırken nerdedeydiniz acep?..

Neden sesiniz çıkmadı?..

“Böyle demokrasi mi olur” diye haykırmadı?..

“Baskıyla, tehditle şantajla bizi susturuyorlar” diye seslenilmedi?..

“Şantaj yapılıyor, zorla istifa talepleniyor, kanunlar geçsin diye üzerimize adamlar salınıyor, fotoğraflar sakilleştiriliyor, aileler itibarsızlaştırılıyor, bizler hiçleştiriliyor ve zavallılaştırılıyoruz?..”

Neden bunları demediniz acep?..

***
Demokrasi, mağdura mağduriyet tattırıldığında, “Hop dedik dur bakalım arkadaş” demesini ya da direnişini göstermesini bilmektir...

Hadi başkasını geçtim, bizzat kendinize bir şantaj yapıldığında, sindirildiğinizde, susturulduğunuzda, sessizleştirildiğinizde, yalnızlaştırıldığınızda, zavallılaştırıldığınızda bir nefes vermek bir direnç göstermek, mütevazı bir direnişte bulunmak değil midir?..

“Güç”ün, bir gün gelip hadi konuşun demesini mi bekleyecektiniz?..

Sesini çıkartmayıp şantaja boyun eğenlerin, söylenenleri dinleyip, korkup kös kös uygulayanların, kendilerini hatırlatacak bir şeyi yoktur...

Kolaydır; Başbakan söyledikten sonra, itirafçı kesilmek, geçmişten hesap sormaya yeltenmek, kendi zaliminden devr-i sabık yaratmak...

***


Zalimler zalim değildiler demiyorum haşa...

Dediğim “mağdur edebiyatı bile güçlüye dayanılarak yapılmaz...”

Arkası ince, sırtı şeffaf gözükenler, psikolojik, sosyolojik, aritmetik, simetrik, asimetrik ve geometrik harekatlarla tarumar edildiler geçmişte, yalan yok...

Sadece siyasi olsa iyi; ticari, mesleki ve insani...

Fakat bunları itiraf etmek için çok geç kaldınız arkadaş...

Siyasi olarak değil, hayati olarak, mesleki olarak, insan olarak yapayalnız kaldığımız günlerde sizler arkalarına sırtı kalınları almış, “onaylanmış mağdurlar” peşinde koşmaktaydınız...

Etik değil desem, kelime hoşunuza gidecek size sempatik gelecek...

İyisi mi yaptığınız “ahlaklı değildi” diyeyim de en azından sözlük anlamı olarak “ahlaksız” aklınıza gelsin...

Başbakan “yüzleşelim” dedikten sonra yüzleşmeye çalışmak için rol kapmak, fazladan mağduru oynamak, mağduriyet durumundan istifade geçmiş ittifaklarınızı unutturmak, güçlünün önünde eğilmekten mütevellit topladığınız parsaları es geçmek ahlaklı değil arkadaş... Gerçek ve sesi çıkmayan mağdurların ızdırablarından mülhem acılara hoparlör olduğunu söyleyip rant toplamaya çalışmak makbul bir iş değil arkadaş!..

***


Ve sen...

Zalim düzene sırtını yaslayan, hissiyatı bol, zalim sistemden onaylı, dokunaklı mı dokunaklı, romantizm esanslı arkadaş...

Sen de mağdur sayılabilir misin acep?..

Mağdurlar teker teker yalnızlaştırılıp, itibarsızlaştırılırken, zalim düzeni görmezden gelip, “onaylanmış mağdurlara sığınak olan mütebessim arkadaş”, sen bu aralar ne pozisyonlar tutmaktasın acep?..

Şimdi herkes mağdur...

Geçmişlerine flashback’ler yaparak, “Mağduriyet topla benim için” şarkısı söyleyerek, mağduriyet toplamaktalar...

***
Kolay tabii...

Güç ve iktidar, “kim mağdurdu” diye sorduktan sonra, medya mağduru olarak ortaya çıkmak...

Mesele, onun sorulmadığı günlerde, o mağduriyetlerini, acılarına katık yapıp, onurlarını satmayanlardan olabilmek...

İki kuruşluk kariyer uğruna kalemini, mikrofonunu ve siyasi itibarını yok farzetmeyenlerden biri olarak yaşayabilmek...

Askeri, sivil, ticari, mesleki darbe yemiş fakat yenilmemiş olabilmek...

Güçlü tekellerin, siyasi ve ticari merkezlerin, borusunu öttürmeden tek başına bir ağaç gibi tek ve hür olabilmek...

***


Sizlere gelince her daim güçlünün yanında iş tutan “itirafçı yardakçılar...”

Siz hiçbir zaman mağdur olamayacak kadar fırsatçı ve oportünistsiniz...

Kimyanız uygun değil bir kere mağdur olmaya...

Sesinize boğuk bir romantizm, tavrınıza cool bir oportünizm, yüzünüze buruk bir pesimizm katsanız da siz tanınıyorsunuz arkadaş...

Farkındasınız ki; mağdur olamayacak kadar fırsatçı bir kimyadasınız...

Fiziğinizi değiştirseniz de kimyanız mutlaktır...

Mağduriyetten muzdarip falan değilsiniz; hiçbir zaman da olmadınız...

Gücün karşısında uçuşan kölelersiniz...

Mağduritenizin menşei, “mağdur itirafçılar” kisvesi altındaki görünmez köleliğinizdir sizin...

*****
GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ

PLATON’UN ÖLÜM DÖŞEĞİ...

“Platon ölüm döşeğindeyken, bir arkadaşı kendisinden hayatının bütün çalışmasını, ‘Diyaloglar’ı özetlemesini istemiş...

Platon derin derin düşündükten sonra, sadece üç kelimeyle cevap vermiş...

‘Ölüm talimi yap...’

Eski düşünürler, Platon’un söylemek istediğini başka şekillerde ifade ederler...

‘Ölüm çok yaşlıların olduğu kadar, gençlerin de gözlerinin önünde bulunmaladır... Böylece yaşadığımız her gün, yaşamımızın sonuna gelmiş, onu bitirmiş tamamlamış gibi düzenlenmelidir...’

Bu size zamanın paha biçilmezliğini anımsatacak, daha zengin, daha bilge ve daha doyurucu yaşam sürmek için en iyi vaktin şimdi olduğunu hatırlatacaktır...

Robin Sharma...”

***
Dün uzun yıllar önce feriştahını yaptığı bir işi yapmaya yeniden soyunup, bir süre sonra yaptıktan sonra ‘bırakmaya’ karar veren bir arkadaşımla konuşuyordum...

Ona 25 yaşında yaptığı şeyleri 53 yaşına yapmaması gerektiğini söyledim...

25 yaşında yaptığımız işleri, çoğu zaman para kazanmak için değil, kendimizi topluma ve çevreye kabul ettirmek için yapardık...

O zaman önümüzde “sınırsız bir zaman vardı ve bunları yapmamız doğaldı...”

Geçmişte yaptığımız bir işin aynısını yeniden yaparak CV’imizi anlamsız bir ibareyle kalınlaştırmamızın bir anlamı olmadığını söyledim ona...

Geleceğe bırakacağımız şeylerin daha anlamlı olması gerektiğini aktardım ona...

Artık ölümden sonraya, hayata katkı anlamında ne bırakacağımla meşgulüm...

Geçmişte yaptıklarımdan daha fazla ve daha büyük şeyler yapmak istiyorum...

Kariyer babında değil, ‘katkı’nın huzurlu tadında...

*****

İtiraf ediyorum Türk Lirası’nın yeni simgesini önce pek beğenmedim...

Fakat dün gece yeni simgeyi çok farklı bir gözle gördüm...

T’yi ve L’yi birarada kapsaması açısından gayet estetik...

Bir para birimini gösteren sembol olarak durumun anlam ve ehemmiyetine uygun bir retorik...

Dolar ve euro karşısında geri kalmayan bir simetri...

Tebrikler...

(VATAN)