Arşivlerdeki tarihimizi belgeleyen dokümanları ve belgelerini incelediğiniz vakit Kıbrıs adasına Türklerin, Osmanlı Devletinin 1571’de adayı fethetmesinden sonra geldiğini değil, fetih tarihinden asırlar önce adada bulunduklarını ve adanın kaderi üzerinde rol oynadıklarını görürsünüz.

 

Kıbrıs adasının ise 1571 yılından 1878 yılına kadar, toplamda 317 yıl fiilen Türk idaresi altında kaldığını, hem tarih yazmakta, hem de bu dönemden günümüze kalan Osmanlı tarih mirasında bu izler görülmekte. Tabii en kalıcı ve devam edici miras da biz Kıbrıslı Türkleriz. Bazıları ısrarla reddetse de hepimizin ataları Anadolu’dan gelme.

Benim dede tarafım Çorum ve Aydın’dan 19. yüzyılda, nene tarafım ise Kayseri’den 16. yüzyılda gelmişler ve adaya yerleşmişler.

 

Bu bilinen bilgileri tekrardan yazmamın nedeni, Kıbrıs adası üzerinde her ülkeden daha çok Türkiye’nin söz sahibi olduğudur. Zaten Lozan Anlaşmasının 16. maddesi ve bu maddenin son şeklini nasıl aldığını belgeleyen tutanaklar, hala daha Türkiye Cumhuriyeti’nin adanın statü değişikliği üzerinde söz sahibi olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’nin onayı olmadan adadaki olası statü değişikliği uluslararası hukuka aykırı hale gelmektedir.

   

4 Mart 1964 tarihinde BM’nin aldığı 186 No.lu “Geçici” karara Türkiye, geçici olması ve Kıbrıslı Türklere karşı uygulanan katliamları durdurması için BM Barış Gücü’nün adaya çıkarak, Rum saldırılarını önlemesi amacı ile onay vermiştir.

 

Bu kararın arkasına saklanan ve kendisini 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal temsilcisi olarak addeden eli kanlı papaz Makarios,  -bir din adamı nasıl katliam yapılması kararını alır ve uygulatır hala anlamış değilim-  adanın tümüne sahip olabilmek için 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının Türklere ortaklık veren 13 maddesini, anayasaya aykırı olarak tek taraflı Mecliste Rum Milletvekillerinin oyları ile değiştirmiş ve 16 Ağustos 1960 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın onayı ve garantörlüğü ile kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyetini Üniter bir Rum devletine dönüştürmüştü.

 

O gün bu gündür Türkiye Cumhuriyeti bu devleti tanımamış ve “Ben sadece garantörü olduğum ve kurulması için altına imza attığım 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini tanırım” diyerek, ne Kıbrıs Rum Yönetimini tanımış, ne de onun herhangi bir politikacısına ve de bürokratına akreditasyon vererek muhatap almıştır.

 

Kıbrıslı Türkleri yok ederek adanın tümüne sahip olmak için Makarios hükümetinin, 21 Aralık 1963 gecesi Akritas Planı uyarınca Kıbrıslı Türklere karşı başlattığı saldırılar sonrasında adadaki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği varlığını ve görevini Kıbrıslı Türklerin kontrolü altındaki bölgede sürdürmeye devam ederken, Kıbrıs’a atanan Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçileri de hiçbir zaman itimatnamelerini Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanına sunmamışlardır, Türkiye Cumhuriyeti bu gasp edilmiş Kıbrıs Rum Yönetimini tanımadığı için.

 

BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer da Salı akşamı ara bölgede düzenlediği resepsiyona, adadaki tüm Büyükelçileri davet ederken Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisini davet etmedi. Kendisi buna “hata oldu” dese de, bence Sayın Büyükelçimiz benim yazdığım gerekçe ile davet edilmedi.

 

Ne BM ne de herhangi bir ülkenin diplomatik misyonu böylesi bir “Unutma” hatasını yapmaz. Hele de Türkiye gibi bu ada üzerinde söz sahibi olan bir ülkenin Büyükelçisini davet etmemek tam bir diplomatik yüzkarası. 

  

BM’nin bu çirkin davranışını ve değerlendirme mantığını protesto ediyorum.

 

KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu, BM’nin bu resepsiyona T.C. Büyükelçisini davet etmemesini protesto etmek için katılmazken,  Rum lider Hristofyas da kendisine davetlilerin bilgisinin eksik verildiği gerekçesi ile katılmadı. Basın ise hiç ilgi göstermedi.

 

Bu hafta sonu ve veya gelecek hafta içinde Ankara’ya giderek, Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile Kıbrıs konusunu ve 2013 yılı Şubat ayı sonrasında başlayacak görüşmeleri görüşecek olan Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer’ın, bu çirkin davranışını nasıl açıklayacağını ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkililerini söyleyeceği yalanlara nasıl inandıracağını gerçekten çok merak ediyorum.

 

Bence BM, bu çirkin davranışından dolayı Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığından ve T.C. Lefkoşa Büyükelçisinden diplomatik olarak ÖZÜR DİLEMELİ’dir. Zira diplomasi adabı bunu gerektirir.

 

Ata ATUN

e-mail: [email protected]

http://www.twitter.com/ataatun

http://www.ataatun.com 

23 Kasım 2012