Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu dönemde yönetim şekli başkanlık sistemi tanımına çok yakın ve cumhuriyeti iki toplumun oluşturması sebebiyle Cumhurbaşkanı Yardımcısının yetkileri de Cumhurbaşkanının yetkileri ile çok benzerlik gösteriyordu. Kıbrıs adasında yönetim dengelerinin korunabilmesi için günün şartlarına en uygun bir tanım yapılmaya çalışılmıştı. Sonrasında bu yönetim modelinin hazım kapasitesine uygun olmadığını söyleyen ve buna bağlı olarak kendi başına bir hükümet modeli isteyen Kıbrıslı Rum ortak böyle yönetim olmaz hükümetin hepsi benim dedi.
1974 sonrasında kuzeyde kendi özgür yönetimini kurabilen Kıbrıs Türkleri önce başkanlık sistemini uygulamaya başladılar. Sonrasında federe devlet yapısından cumhuriyet dönemine geçmeye karar verdiklerinde parlamenter demokrasiyi denemeye karar verdiler. Arada geçen her iki yönetim sürecinin verimliliği, iyi ve kötü yönleri tartışılabilir. Ancak son onbeş yılın gazeteleri tekrar karıştırılacak olursa, ülkeyi yönetenlerin nasıl bir yönetim başarısızlığı sergiledikleri daha iyi anlaşılabilecektir. Bir atasözü konuyu daha iyi açıklayabilir; deveye sormuşlar “neren eğri” diye, cevap gelmiş “nerem doğru ki” diye. İyi yapılan hiç bir şey yok mu denilirse cevabı vatandaş her gün veriyor. İçtiğimiz su, kullandığımız elektrik, çalan telefonumuz, aldığımız sağlık hizmeti, gördüğümüz okul eğitimi, kullandığımız alt yapı imkanları, kamu alanında verilen hizmet kalitesi…. devam edip giden uzun bir başarısızlık liste.
Bugün vatandaşın tanımıyla kontrolden çıkmış parlamenter demokrasi yerine yaşanan tecrübeleri de dikkate alarak başkanlık sistemine dönmek dağlar gibi büyümüş problemlerin çözülmesine imkan sağlayabilirmi denirse, niçin olmasın. Yeterki yasama, yürütme ve yargı kendi sınırlarında hareket edebilsin. Denetleme etkili olsun ve herkes hakkına razı olsun. Hangi yönetim sisteminin seçildiği şüphesis önemli ancak asıl önem hizmeti verecek olan insan kalitesinde. Gerisi, sandıklar kurulduğunda tüm hayatı şikayet ile geçen vatandaşın tercihine kalıyor.