Aylar önce, ne içten ve samimi ne sıcak ve keyifli bir sohbet yapmıştık seninle...
Hani Tahir gelmişti, Bebek Kahve’dekiler “Ne konuşuyor bunlar burada” diye bize bakıyorlardı...
Ünlü restoranlarda, kulüplerde, barlarda değil de, bir gazeteci için, önceki kuşaklardan kendine miras kalan, çay ve simitin revaçta olduğu salaş bir kıyı kahvesinde buluşman nasıl damardan vurmuştu beni...
Damarı biliyordun...
Başka türlü yaşasak da, biz gazeteciydik biliyordun...
Genlerimizin ve damarımızın bizi salaş kahvelere, çay ve simite çağıracağını hissediyordun...
O “tavşan kanı” kıvamındaki sohbette, gazetelerden, gazetecilerden ve gazetelerimizden söz etmiştik seninle Ali Kardeş...
Gazetelerimizin geleceğinden, hayatın getireceklerinden...
Bilirsin, bir patron gazetesini çok sever...
Fakat bir gazeteci gazetesini ondan da çok sever...
Gazeteci için gazetesi her şeyidir...
Kimliği, kişiliği, ekmek teknesi, gelecek güvencesi, toplumdaki itibarı, yaşamdaki şifa aracıdır...
O çok sevdiğimiz gazete elden gidiyor Ali Kardeş...
***
İsmail’le (Yuvacan) konuşuyoruz arada bir...
Gazeteyi artık idare edemiyor...
Kayyuma devrolalı, “para ve yatırım gerektiren hiçbir kararı” alamıyor...
Ayın 6’sından beri gazetenin vereceği yeni promosyon kararını uygulatamıyor...
Mahkeme kayyuma “iki ortağa sorup sonra kendin karar ver” demiş...
Mahkeme haklı...
Ortaklar sorunlu...
Sana soruyor “hayır” deyince, kararı alamıyor kayyum...
Gazete elden gidiyor Ali Kardeş...
***
Dedenden babandan bahsetmiştik o gün...
Senden elbette...
Soyadından... Hayatından...
Yapmak istediklerinden, yapacaklarından...
Sonra gazetelerden söz etmiştik...
Ne müthiş bir hazdır bilemezsin...
Eski bir gazetecinin,
gazete patronunun,
çocuğuyla, torunuyla sohbet etmek...
Bir gazeteci için...
Çetin Emeç’in kızı Mehveş...
Altan Öymen’in kızı Aslı...
Kemal Ilıcak’ın oğlu Mehmet Ali...
Malik Yolaç’ın torunu Yasemin...
Hepsiyle uzun sohbetlerde buruk, demli ve muhteşem bir lezzet tatmıştım...
Şarabi bir lezzet...
Senle konuşmamızda olduğu gibi...
***
Gazeteler büyük bir sanayi oldular Ali Kardeş...
Arkasında dimdik durabilecek büyük paralar, sermaye gardı kolay düşmeyecek güçlü patronlar gerektiriyorlar...
Salt fikir gazeteleri borç harç, okuyucu desteği filan idare ediyorlar...
Fakat VATAN ve dedenin kurduğu MİLLİYET böyle gazetelerden değil...
Rakipleri büyük atılımlar yaparken, güdük kalırlarsa, yayın hayatını sürdürmez, yaşayıp serpilemez, ölür giderler Ali Kardeş...
***
Biliyorsun maaşları Demirören’ler veriyor...
Gazete satıldı, artık mekan değiştirmesi gerekiyor...
Yeni mekanı Demirören’ler yaptırdı, taşınmak için onayın bekleniyor...
Promosyon yapılacak onaylaman gerekiyor...
Atılım yapılacak, kabul etmen zorunlu oluyor...
Harcanacak paraların altına imza atman gerekiyor...
Ali Kardeş...
Belki bir yerlerden bir defaya, iki defaya, beş defaya mahsus para bulursun...
Fakat biliyorsun gazete sermayesi, sermayedarı, şeffaftır, öyle olmalı, öyle kalmalı...
Kamuoyunda bilinmeli, tanınmalı, okurun gözünde güvenilir bir sermayedar olmalı...
Aydın Bey’i hatırla...
200 milyon doların üzerinde bir paraya Milliyet’i satmıştı zamanında...
Arkasından ne kasetler çıkmış, apar topar nasıl gazeteyi geri almak zorunda kalmıştı...
Bir sürü para ve itibar yitirmişti gazete...
***
Gazetelerin sermayesi ve sermayedarları da kamuoyu tarafından çok iyi bilinmeliler...
İsmi bilinmeyen, kaynağı meçhul paralardan, gazetelere yar olmaz...
Şüphe uyandırır, kuşku yaratır, spekülasyon ve dedikoduya neden olur...
Gazetelerimiz esas sermayesinden güvenilirliğinden yer, bunları taşıyamaz Ali Kardeş...
Sen bir gazeteci ailenin torunu ve çocuğusun...
Bir gazetenin bitmesine, tükenmesine, ölmesine, yok olmasına, yayın hayatını bitirmesine, raflarda görünmemesine gönlün razı gelmez...
Emin ol gazeteler elden gidiyorlar Ali Kardeş...
***
Gazeteci çocuğusun, patron torunusun...
Sermayenin önemini bilirsin, güvenilirliğin bir gazete için ne kadar yaşamsal olduğunun farkındasın...
Bu gazetelerin cenazelerini sen kaldırmazsın bunu biliyorum...
O töreni sen düzenlemeyeceksin, buna inanıyorum...
Yüzbinlerce okuyucu...
Yüzlerce gazeteci bekliyor...
İstiyorsan o gün konuştuğumuz gibi, elimden gelen her emeği vereyim...
İstediğin arkadaşlarımla gazeteleri yaşatmak için akil çabalara gireyim...
Arkada ekonomik güç ve sermayede şeffaflık olmadan olmuyor ki Ali Kardeş...
Okuyucusuyla, emekçisiyle, muhabiriyle, gececisiyle, fotoğrafçısıyla bu gazeteleri yaşatabilmemiz için, ekonomik güç ve sermayede şeffalık ve güvenilirlik şart Ali Kardeş...
Gazeteler elden gidiyor Ali Kardeş...
Gazeteci kardeşin Reha...
*****
“ATATÜRK” İSMİ LOSYON VE İÇ ÇAMAŞIRI MARKASI MI OLACAK?..
Ankara Koleji’nden arkadaşlar beni adres göstermişler, okul arkadaşım Murat Denizel’e...
Murat, İngiltere’de Arap asıllı bir uyanığın “Atatürk” isminin marka tescilini aldığını yazıyor...
Eğer gereken tepkiyi göstermezsek “yakında aklınıza gelebilecek her ürünü Atatürk ismiyle bu adam piyasaya çıkartabilir...” diyor...
-“Arkadaş ben facebook’ta kampanya açtım... Sana ihtiyacım var...” dedi...
Murat’ın yazısından bir bölümü koyuyorum...
İngiltere’deki bu uyanığın Atatürk ismiyle ürün yaratmaması ancak protesto maillerinizle mümkün olabilecek...
***
İşte Murat’ın yazısından ilgili bölüm;
“Satır aralarında bir yerde, “Atatürk’ü kaybettiğimiz” haberi geldi...
Adamın ilkelerine doğru düzgün sahip çıkamadık, yetmedi meclis kararı ile kendi verdiğimiz ismine hiç mi hiç sahip çıkamamışız meğerse...
Atatürk isminin yeni sahibi, Muhammed Sujah Jioher Yagub (İngiltere’de yaşayan bir arap).
Bu bir şaka değil.
Keşke şaka olaydı.
Muhammed Bey, Avrupa Birliği ülkelerinde Atatürk markası ile istediği gibi, canı nasıl arzu ediyorsa giyecek, temizlik maddesi, alkolsüz içecek, ayakkabı, ilaç üretebilecek.
Raflara bir güzel yerleştirecek.
Atatürk marka donlar,
Atatürk marka basur ilaçları,
Atatürk marka kremler,
Mesela...
Üzerinde Atatürk yazan,
Artık hangi ürünü çekerse canı, ister üretir, ister satar Muhammed Bey...
İsteyen de alır, istediği yerde kullanır!..
Adam gitmiş, müracaat etmiş, tescil ettirip almış patenti, kime ne, hesap mı verecek?..
Hem de bizim devlet olarak imzaladığımız uluslar arası kanunlar çerçevesinde...
Ne zaman tescil ettirmiş Muhammed Bey?..
2005 tarihinde...
Sayın devlet büyüklerimizin kulağına da gitti bir ara bu durum zahar,
Ki,
“Kullanamazsın efendi Atatürk ismini” diye karşı dava açmışız...
Oturmuş çalışmış üstünde sayın devlet büyüklerimizin tayin ettiği çok kıymetli avukatlar, Ve savunma hazırlamışlar.
Savunmaya bak;
‘Atatürk ismini kız kardeşi bile kullanamadı (E eee...). O yüzden Atatürk ismi diğer ülke liderlerinden farklıdır (Haa! e eeee...). Bu nedenle, bunu marka olarak kimse kullanamaz (Bak sen...).
Akıl, bilgi, vizyon, ustalık dolu müthiş bir savunma...
Yakışır.
E bu savunmaya karşılık hangi hakim haklı görmez ki bir milleti...
Ancak,
Savunmaya itiraz da geliyor karşı taraftan;
Diyorlar ki,
“Ama Atatürk Orman Çiftliği var. Yani bir çiftliğin adı Atatürk...
Ayrıca Kapalıçarşı’da üstünde Atatürk yazılı tişörtler falan satılıyor...
Ve de arabaların üstünde bile yazıyor, hatta...
Siz (yani biz, yani bizim millet oluyor bu ‘siz’) istediğiniz yere yazıyorsunuz da, yazıp satıyorsunuz da, biz (onlar) niye yazamayalım ki?”
Hıımm, diyor hakim, kaşınıyor, bakınıyor sağa sola ve;
İtirazımızın reddine, tescilin onayına mahkemece tamamdır kardeşim diyor.
Muhammed Bey, gevrek gevrek sırıtarak dönüyor evine, eminim sevinç içinde müjdeyi veriyor ağabeylerine, ablalarına, ailesine.
Hayırlı uğurlu olsun demek kalıyor milletimize.
Artık neresine isterse orasına kullanacak, isteyen Atatürk ismini.
Neresine uygun görüyorsa,
Neresi için doğru buluyor, beğeniyorsa.
Ama çok geç değil her şey için.
Bizim uzman avukatlar! incelemişler durumu, eğer ki MR. Muhammed (İngiltere’de yaşayan bir arap) beş yıl süresince her hangi bir üretim yapmazsa Atatürk markası ile,
Biz tekrar itiraz edebileceğiz...”
***
Murat Denizel’in yazısı böyle...
Adamın adı Muhammed Sujah Jioher Yagub...
İngiltere’de yaşıyor...
Atatürk’ü yaratacağı ürünlere marka yapmak istiyor...
Ellerinizden öper...
Kolay gelsin...