Ankara cayır cayır yanıyor...
Ankara ve İstanbul cadı kazanı gibi kaynarken şok üstüne yaşanan şoklarda insanın şartellerini attırıyor ve sinir uçlarını tahrip gücü yüksek bir bomba gibi patlatıyor.
Sokaklarda, caddelerde, evlerde, devlet kurumlarında ve yaşama dair her yerde 17 Aralık'tan bu yana patlak veren yolsuzluk operasyonları, operasyonlara dair yazılı ve görsel medyada yayınlanan çarşaf çarşaf dolar, euro ve Türk Lirası görüntüleri, özellikle benim gibi neredeyse açlık sınırında yaşayan insanları çileden çıkartıyor.
Yoksulluk sınırının altında yaşayan, her ay elektrik, gaz ve suyun kesilmesi korkusunu yaşayan, ev kirasını, bakkal parasını, çocuklarına harçlık veremeyen, üst-baş alamayan ve belki de bütün hayatı boyunca 10 bin Türk Lirasını bir arada görümeyenler, kundura kutularından, kartonlardan, çantalardan ve her taraftan adeta su gibi fışkıran yeşilleri, kırmızıları görünce, kendi alın teri ve emekleri olan vergilerinden kesilip birilerinin kasalarını doldurduğunu öğrenince haklı olarak amuda kalkıyor ve isyan ediyor.
Bu görüntüler karşısında isyan edenlerden bir tanesi de benim!...
Ak Parti hükümetinin şimdiye kadar doğru bulduğum politikalarını savunmuş, desteklemiş ve inanmış biri olarak, Ak Parti hükümeti ve Sayın Başbakan'dan; yetimin, öksüzün, masumun hakkını çalanlardan, Beytül Mal'ın malına tenezzül edip hırsızlık ve arsızlık yapanlardan hesap sormasını, kepazeliklerin üstünü örterek veya engelleyerek değil sonuna kadar hukuka ve adalete destek vermesini, sorumluların cezalandırıp adalete ve millete hesap vermesi konusunda kararlılık göstermesini ve üzerine atılan bu lanetli lekeyi temizlemesini bir yurttaş olarak talep ediyorum.
Dualarla, ilahilerle ve gözyaşlarıyla kurulan, son 10 yılda devrim niteliğinde reformları gerçekleştiren, Kürt sorunu gibi tarihi ve bir o kadar da can yakan gibi sorunların çözümü için yüreğini ve bedenini taşın altına koyan, her türlü riske rağmen toplumsal barışı ve kardeşliği esas alan Ak Parti'nin ve Genel Başkanı Erdoğan, yolsuzluğu ve rezilliği ortaya çıkaranları sürgün etmek yerine bu haram ve kirli ağlarda gezenlerini sürgün etmeli ve adalete teslim etmelidir.
Bütün Türkiye milleti bunu Başbakandan beklemektedir.
Gerçekleştiren bu operasyonu devlet içindeki devlet yapılarına, dış ve iç bağlantılarına veya İsrail-ABD gibi ülkelerin marifetlerine bağlamaya çalışarak yolsuzlukların üstünü örtmeye kalkmakta doğru değildir. Zamanlamayı eleştirmek de doğru değildir.
Önemli olan şey şudur: Bu yolsuzluklar yapılmış mıdır, yapılmamış mıdır, elde deliller, kanıtlar, telefon konuşmaları var mıdır, yok mudur, bunlara bakılmalıdır.
Varsayalım ki, bu operasyon ABD veya İsrail desteğiyle yapılmış bir operasyondur. Ancak bu yolsuzluklarda yapılmış ve mazlum milletin alın teri, yetim ve öksüzün hakkı çalınmıştır.
Pekiz biz bu operasyonlar ve yolsuzluklar ABD-İsrail menşeilidir diye mübah mı sayacağız?
Hırsızlığı ve talanı doğru mu kabul edeceğiz?
Bravo Sayın Bakanlar iyi ki çalıp çırptınız mı diyeceğiz?
Benim Bakanım, benim danışmanım, benim memurum işini bilir mi diyeceğiz?
Hadi canım benim çalıp çırpmak, yağma ve talan etmek helal mi diyeceğiz?
Önceki gün Anavatan Parti'si eski Bakanlarından Prof. Dr. Salih Yıldırım'ın ziyaretine gittim. Salih hocanın her zaman ki gibi telefonu susmuyordu. Arayanların tamamı abartısız hasta ve hasta yakınlarıydı. Bildim bileli Salih hoca, bölgenin bütün illerinden gelen hastalara kol kanat germekte, imkanı dahilinde ve olabilirlik ölçüsünde onlara yardımcı olmakta, yol ve yordam göstermektedir.
Daha önce pek çok kez de dile getirdiğim gibi, insan hasta yakını veya hasta olmayana kadar, taşradan gelip hastanelerin acı ve sıkıntılarını yaşamayana kadar o acıyı bilmez ve anlamazda. En basitinden rahmetli annemden örnek vermek istiyorum. Çok dar ve yoksul imkanlarla kanserli rahmetli annemi tedavi etmeye çalışıyordum. Eğer Salih hoca olmasaydı on katı kadar sıkıntı ve acı yaşardık. Bu anlamda bir kez daha eski Bakan Prof. Dr. Salih Yıldırım hocaya huzurunuzda minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Salih hocayla sohbet ederken ister istemez söz döndü dolaştı siyasete, yolsuzluklara ve barış sürecine geldi. Güya ziyarete gitmiştim ama sohbet tam bir röportaj havasında geçti. Malum huy çıkar can çıkmaz, bende meraklı kedi gibi soruları peş peşe Salih hocaya sordum.
Salih hoca, özetle Türkiye Cumhuriyeti Devletinde Başbakan Erdoğan'dan başka risk alacak başka ikinci bir adam bulunamayacağını, başlatılan barış sürecinin bunun en büyük ıspatı olduğunu, bu sürecin heba edilmemesi, bugün yaşanan kaosa kurban edilmemesi gerektiğini belirterek sağduyu ve akli selimin egemenliğine vurgu yaptı.
Yıldırım; “Eğer bu barış projesi yanarsa benim de içim yanar güzel kardeşim. Bin yıldan bu yana beraber ve kardeşçe yaşayan halkların barış ve huzur içinde yaşaması için hepimizin bu sürece destek vermesi gerekir. Dünya ölçeğinde silah ve şiddet hak arama enstrümanı olmaktan çıkmıştır. Bütün hak ve özgürlükler mücadelesi demokratik ve meşru enstrümanlarla dile getirmesi ve bu enstürmanlarla mücadele edilmesi gerekir.
Haklı olduğunuz davada haksız duruma düşmemeniz gerekir. Kürt halkı ve ilgili bütün tarafların da bunu bilmesi gerekir. Şiddetin bütün araçları yok edilmelidir. Eğer barış projesi çökerse en çok Kürtler zarar görür. Bunu da unutmamalıyız.
Diğer taraftan geçmişte bir halkı da açlıkla ve yoksullukla terbiye etmeye çalışanlara karşı vermiş olduğum mücadelemden biliyorum ki, geçmişteki yönetimlerin Kürt halkının kültürel ve insani hakları bir çırpıda edep ve insaf dışında yok saydıklarını da hatırlatmakta fayda vardır. Verilen bütün mücadeleler akıl ve mantık çerçevesi içerisinde olmalıdır.”dedi.
Sohbet sırasında Salih hocanın kardeşi Ahmet Hamdi Yıldırım'ın Şırnak'ta Ak Parti'den Belediye Başkan adayı olduğunu da öğrendim. Geçmiş yıllarda Şırnak'ta Şırnak Ticaret Odası Başkanlığı ve Belediye Başkanlığını da yapan Ahmet Hamdi Yıldırım'ın kararlı olduğunu söyleyen Salih hoca; amaçlarının özelde Şırnak, genelde bölge ve ülkeye hizmet etmek olduğunu söyledi.
Cizre, Silopi, Batman, Diyarbakır ve bunun gibi Doğu illerinden Ankara'daki hastanelere gelen vatandaşların çok mağdur olduğunu, bazı doktorların bu vatandaşlara zorluk çıkattıklarını, hasta ve hasta yakınlarının gidiş-gelişlerinde büyük külfet olduğunu söyleyen eski Bakan Yıldırım “özellikle taşradan, bölgeden gelen hastalarımıza doktorlarımızın daha müsamahalı olmaları ve onlara yardımcı olmaları gerekir. Kimi doktorlar; çekilecek bir film için 'git 15 gün sonra gel'diyor.
Bir film için Silopi'ye gidip 15 gün sonra Ankara'ya geri gelmek vatandaş için büyük bir eza ve cefadır. Her vatandaş gidip gelme imkanına sahip olabilir mi? Mümkün değil. Bölge insanı zaten yoksullukla cebelleşiyor. Umarım doktorlarımız ve ilgi yetkililer bundan sonra daha duyarlı davranırlar.”dedi.