Bir acıyı, seslenişi, öfkeyi, yalnızlığı anlatmak değil amacım...

Ölümün yüzü!..

Çığlıklar!

Çaresizlik!

İnsan kendi kimliğini, yurttaşlık bilincini, dinsel baskıları, aşiretlere, tarikatlara, siyaset cambazlarına boyun eğmemeyi nasıl öğrenecek, o önemli.

Tüm kötülüklerden arınmak, bilinçli olmak, yaşamı sevip ona sımsıkı sarılmak, güven duygusunu arttırmak.

Çocuklar üşümesin, çocuklar aç kalmasın...

Bebekler süt içsin!..

Koşun onlara koşun!..

Yardım kolilerini doldurun...

İlaç koyun, mama koyun, şeker koyun!...

Sabahın ayazında İstanbulun, Ankaranın, İzmirin sokaklarında, caddelerinde çöp bidonlarından atık yiyecek, ekmek, kâğıt toplayan çocukları gördünüz mü hiç?

Onlarla konuştunuz mu?

Yaşları 5-10 arasında, bazen genç kız, bazen delikanlı o insanlara sordunuz mu şu soruyu?

Nerelisin, okula gidiyor musun?

***

Onlar ki yurdumuzun çocukları...

Onlar ki yarınlarımızın aydınlık yüzleri değil mi?

Eğer sorduysanız, verdikleri yanıt şu olacaktır:

Vandan... Hakkâriden... Siirtten geldik. Ama biz burada doğduk... Okula gitmiyoruz.

Depremin ölümcüllüğünü Vanda, Ercişte yaşadık...

On gün sonra unutup gideceğiz inanın...

Biz onları yine kendi kaderleriyle baş başa bırakacağız, yalnızlığın, hüznün resmini çizsinler diye...

Onlar hiç ama hiç aydınlık sabahları göremediler...

90’lı yıllarda başlayan büyük göç onları savurdu Türkiyenin dört bir yanına...

Onların belki de bazıları Marmara depreminde can verdi...

İzmitte, Adapazarında, Erzincanda, Vartoda, Erzurumda, Avcılarda, Boluda, Gölcükte, Düzcede...

İçimizden biri değil, bizdik ölen...

Türk, Kürt, Laz, Çerkez...

***

Denize karşı bir kahvede sıcak kahvemi içerken yazıyorum yazımı...

Vanda, Ercişte onlar üşüyor.

Çadır yok, battaniye yok!..

Ölümün gerçek yüzüyle karşı karşıya kalan bizim insanlarımız.

İnanın kendimden utanıyorum...

Acaba bu ülkeyi yönetenler de aynı duyguyu yaşıyor mu, bilemiyorum...

Yaşadığımız coğrafya nice acıları görmüştür!..

İnsanlık hep öne çıkmıştır yaşanılan acılarda.

El ele, kol kola yürümüştür insanlarımız.

Etnik, dinsel, mezhepsel kimlikler unutulmuştur.

Silkinip kendimize gelmek için böyle acıları yaşamak, umarım tüm yurttaşları birleştirir.

Gençlerimiz mayınlı tuzaklarda yaşamını yitirmez...

Barış, kardeşlik gelir...

Ben, Deprem öldürmez bina öldürürtümcesini klasik söylem olarak görmedim hiç.

Doğrudur!..

Konutu yapan kim?

Müteahhitler, mimarlar, mühendisler, yerbilimciler çalışıyor.

Sen kalk Karadenizde dere yatağına konut yap, yağmur suları yıkıp götürsün, 10 kişi ölsün!

Sen kalk Ercişe, Vana deprem yönetmeliğine uymayan 8-10 katlı bina yap, iskambil kâğıdı gibi yıkılsın...

Sorumlular ortada...

Suçlular şehir planlamacıları, belediyeler...

***

Sevgisiz bir toplum, boşvermişliğin içinde dolaşıp durur.

Biliyorum içiniz titriyor...

Üşüyorsunuz!..

Gözkapaklarınız şişmiş, uykusuzsunuz.

Artık gerçeklerle yüzleşme zamanıdır...

Toplum şunu söyler:

Allah verdi Allah aldı!”

Hayır!..

Elifi, Yunusu, Ayşeyi düşünün, Ahmeti, Sedatı, Kerimi, Ayça, Nerimanı...

Yaşları 13-23 arasındaydı...

***

Bu devletin vurdumduymazlığı, siyasal iktidarların beceriksizliği 40 yıl önce de böyleydi, şimdi de böyle...

Duble yollar var... Hızlı trenler var... Uçaklar var... İnternet var..

İnsan sevgisi yok!..