PKK terör meselesinin bir köşe yazısının sınırlı alanına asla sığamayacağı herkesin malumu. Ancak şu gün gelinen noktadan geçen hafta bahsetmiştik. Aynen IRA ve ETA'yla yapıldığı gibi Türkiye Devleti de bir zamandır PKK terör örgütüyle müzakereleri sürdürmekteydi. Sonuçta, zaten bir süredir çıkmazda olan PKK'nın terör mahkumu lideri Abdullah Öcalan'ın Nevruz günü okunan malum mektubu ile olumlu bir rüzgârın estiğini belirtebiliriz.
Aynen tahmin edebildiğimiz gibi kimileri barış rüzgârından hiç memnun olmadı. Ne tuhaftır ki, siyasi muhalefet adına, neredeyse, "nereden çıktı bu ateşkes" diyecekler! Söz konusu Nevruz mitinginde Türk bayrağının olmaması haklı biçimde eleştirildi. Başbakan, bunun Öcalan'ın mesajıyla çelişen provakatif bir durum olduğunu vurgulayarak BDP'yi eleştiriyordu. Ateşkes ile başlayan süreç teröristlerin Türkiye'yi terk etmesinden sonraki demokratik reform aşamalarıyla devam edecek. Tüm bu olup bitenler, dünyadaki benzerlerinden farklılık arz etmemekte. Terör örgütüne meşruiyet sağlandığını iddia edenlerin yanıldıkları nokta da tam burası. Abdullah Öcalan'la yapılan müzakerelerle terör örgütüne meşruiyet sağlanmış olsa, İçişleri Bakanı Muammer Güler, ateşkesin ilân edildiği mitingde bile olsa, Öcalan posterleri açan kişilere soruşturma açılacağını duyurmuş olmazdı. Çünkü Abdullah Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti'nde bir terör mahkumu olarak ömürboyu hapis cezasını çekmekte. Bir terör örgütü liderinin reklamını yapan tüm eylemler, lideri üzerinden bir terör örgütünü övme vasfında olup suç teşkil etmekte. Şiddeti öven ifade ve eylemlerin Avrupa hukukunda düşünce özgürlüğü kapsamında korunmadığı, esasında hukuki bir gerçek.
Tüm bu gelişmeler Türkiye kamuoyunda oldukça ılımlı bir rüzgâr estirirken, liderleri Öcalan'ın çağrısına 'dağ'dan ne gibi bir cevap geleceği merakla bekleniyordu. Kendi tabanının ciddi bir kesimi tarafından olumlu karşılanan bu duruma onların da kayıtsız kalmaları beklenemezdi. Nitekim 'dağ'dakilerin de eylemsizlik kararı aldıkları, haber bültenlerine yansıdı. Şu bir gerçek ki, Nevruz'u kutlamanın ötesinde, esas Abdullah Öcalan'ın tarihi mesajını dinlemek için Diyarbakır Nevruz Parkı'nda toplanmış olan devasa kalabalık, tabanda önemli bir yer teşkil ediyor ve belli ki barışı arzuluyor. Sonuçta her kesimden birçok rahatsız olana rağmen, bir süreç başladı ve kilometre taşlarını olumlu şekilde katederek ilerliyor. Ancak adı üstünde: süreç. Tüm zorlukların ve hassasiyetlerin dikkatle ele alınmayı gerektirdiği, karşılıklı aynı hatalara düşmekten kaçınmayı gerektiren bir durum.
Türkiye, Diyarbakır'dan doğru gelen barış havasının olumlu şaşkınlığındayken, bir başka olumlu haber de İsrail'den geldi. Başkan Obama'nın İsrail ziyaretinin en sonunda, Ben Gurion Havaalanından Başkan Obama ve Başbakan Binyamin Netanyahu, Başbakan Erdoğan'ı aradı ve Netanyahu, Mavi Marmara olayında İsrail askerlerinin öldürdüğü 9 Türk'ten ötürü özür diledi. Ayrıca Türkiye'nin şartları arasında olduğu şekilde, 9 kişinin ailelelerine tazminat ödenecek olmasının yanı sıra, Gazze'ye yönelik ambargo da kaldırılacaktı. Konuşmanın yalnızca sonunda diyaloğa katıldığı belirtilen Obama'nın, Netanyahu'nun özrünü Türkiye adına kabul eden Erdoğan'ı kutladığı ve yakında ayrıntısıyla tekrar görüşebilecekleri belirttiği bildiriliyor. Nitekim bir zamandır beklendiği üzere, Başbakan Erdoğan, yakında Washington yolcusu.
Dışişleri Bakanı Kerry'nin Türkiye ziyaretini değerlendirdiğimiz yazıda, resmi açıklamada Suriye ve terör konularının görüşüleceğinin duyurulduğunu ancak Türkiye-İsrail ilişkilerinin mutlaka konuşulacağını belirtmiştik. Nitekim öyle de oldu. Kerry'nin hem Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile hem Başbakan Erdoğan ile görüşmelerinde Türkiye-İsrail ilişkileri esaslı bir gündem maddesiydi. Hem Başbakan hem de Davutoğlu Türkiye'nin şartlarını tekrarlamışlardı.
İsrail'in dilediği özür kendi iç kamuoyunda farklı farklı açılardan yorumlandı. Bunu büyük bir hata olarak gören siyasetçiler olduğu gibi örnek olarak Savunma Bakanı Yalon, "aklı başında bir karar" olduğunu ifade etmekteydi. Sonuçta Türkiye, ilk gününden bu yana sarsılmaz bir duruş sergilemenin sonucunu elde etmiş oldu. Hem PKK'nın ateşkesi hem de İsrail'in özür dilemesinin bu kadar denk gelmesi tesadüf mü diye soranlar çıkmaktadır. Tabii ki değil. Ancak, iki olayın denk gelmesi, aralarında organik herhangi bir bağın olduğunu da göstermiyor. Sonuçta, Öcalan'ın ateşkesi duyurduğu mektubu da, Netanyahu'nun Facebook sayfasından yaptığı açıklama da nihayetinde aynı noktaya işaret etmekte: Orta Doğu dönüşüyor, değişiyor.
Hiç kimse değişen dünyada ve dünyanın merkezi Orta Doğu'da, iyi yönetilen bir Türkiye'den uzak olmak ve başarılı bir Türkiye'yi karşısına almak istemez. Bu iki gelişmenin sonucunda Türkiye'yi kimse tutamayacaktır. Yeter ki "ben de buradayım" demeye başladığı görülen diğer terör unsurlarına karşı da Türkiye uyanık olsun ve ayrıca dış siyasete dair konularda kenetlenmeyi bilelim.
(SABAH-USA)