Ortadoğu'da I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı toprakları üzerinde Sykes-Picot Antlaşması içeriğince kurulan tüm devletler, İngiliz ve Fransız Yönetimi altında 1946 yılına kadar varlıklarını manda, sömürge ve benzeri yönetim modelleri altında sürdürdüler.
Aralarında T. E.Lawrence ve Gertrude Bell'in de yer aldığı, başkanlığını da İngiltere Sömürgeler Bakanı Winston Churchill'in yaptığı 40 kişilik İngiliz heyeti, 1921 yılında Kahire'de yaptıkları bir toplantıda Ortadoğu'da manda, sömürge ve benzeri yönetim modelleri altında hayata geçecek bu devletlerin sınırlarını belirledi.
Ortaya çıkan harita, 1916 yılında Sykes ve Picot'un üzerinde mutabakata vardıkları haritadan çok farklıydı. Bu yeni haritanın özelliği, bölgede yaşayan insan topluluklarının ve kabilelerin etnik ve dini yapılarını dikkate almadan sadece İngilizlerin Akdeniz'den Basra körfezine kadar güvenli bir koridor içinde hareket edebilmesini sağlayacak şekilde düzenlenmiş olmasıydı.
Fransa ve İngiltere 1946 yılına kadar bu devletleri balyozla idare ettiklerinden, olası her tür ayrılığı ve başkaldırıyı da anında bastırıp yok ettiler.
II. Dünya Savaşına ve sonrasına damgasını vuran Amerika Birleşik Devletleri, savaş yorgunu ve dünyayı birkaç asırdır sömürgeleri ile yönetmekte olan Avrupa ülkelerine iyi bir çeki düzen verdi.
Önce dünya ülkelerinin bir daha milyonlarca insanın ölümüne yol açacak savaşlara girmemesi için Milletler Cemiyetini, Birleşmiş Milletler adı altında tekrar örgütledi sonra da dünya üzerindeki sömürge, manda ve benzeri yönetimlerin ortadan kaldırılması için Avrupa'da sömürge sahibi tüm devletleri sömürgelerine ve mandalarına özgürlüklerini vermeye mecbur etti.
Bu uygulama doğrultusunda tüm dünya da olduğu gibi Orta Doğu'daki sınırları İngiliz çıkarlarına göre tespit edilmiş ülkeler de bağımsızlıklarını ilan etmeye ve kendi kendilerini yönetmeye başladılar.
Gerçekte günümüz "Avrupa Birliği"nin temelini de ABD atmıştı. Resmi tarih kayıtlarında Fransız Jean Monnet’in, savaş sanayiinin temel girdileri olan kömür ve çelik kaynaklarının üretim ve kullanımının uluslararası bir kuruluş tarafından yapılması fikrini benimseyen Robert Schuman'ın planı ile AB'nin temellerinin atıldığı yazıyorsa da, iyi bir araştırmacı bu fikrin ABD'den kaynaklandığını ve Avrupa'da asırlardır süren savaşlardan bıkıp usanan ABD'nin Avrupa Devletlerini birleşmeye zorladığını kolaylıkla bulabilir.
Suriye'de 1946 yılında demokratik bir şekilde yapılan halk oylamasıyla Cumhurbaşkanı seçilen (Konya doğumlu) Şükrü El Kuvvatli ile başlayan demokrasi, sadece 3 yıl sürdü. 1949 yılında ordunun gerçekleştirdiği ihtilal ile günümüze kadar uzanan "ihtilal yaparak devlet başkanını devirme" geleneği devam etti.
97 yıl evvel yapılan Sykes-Picot Anlaşması uyarınca 1921 yılında masa üzerinde İngiltere'nin çıkarları doğrultusunda hiç bir dini ve etnik yapıyı dikkate almadan çizilen sınırlar, aradan geçen 92 yıldan sonra iyice çatırdamaya başladı.
Bu yapay sınırların içinde bir asır boyunca baskı ile sindirilmiş olan dini ve etnik gruplar, yirmi birinci yüzyılda halka kadar inen teknolojik gelişmelerin yarattığı küreselleşme ve de onun getirdiği çalkantı ile kendilerine yeni bir gelecek belirlemeye başladılar.
Bu yeni geleceği, Ortadoğu'da yaşamlarını sürdüren dini ve etnik gruplar kendi çıkarları doğrultusunda belirlemeye çalışırken, dünyanın kaderini belirlemede büyük rolleri olan ABD, Çin ve Rusya gibi devletler de kendi menfaatleri doğrultusunda yeni bir düzenleme çabası içine girdiler, aynen İngilizlerin 1916'da düşündükleri ve 1921'de hayata geçirdikleri gibi...
Irak ve Afganistan bu gelişmelerden nasibini alırken, sıraya Tunus, Libya, Mısır, Lübnan ve Suriye de girdi... (Devam edecek)