Tarih, 20 Şubat 2011. İnönü Stadı'ndaki Beşiktaş-Fenerbahçe maçındayız.

Maç 2-1 ve oyunda Beşiktaş'ın mutlak üstünlüğü var. Stattaki herkesin yorumu aynı; 'bu maçı Beşiktaş büyük bir ihtimalle kazanır'. Siyah-Beyazlılar sahanın her yerinde Fenerbahçe'nin tozunu atıyor. Stattaki hava böyleyken Ferrari, Lugano'ya sert bir yumruk vuruyor. Ama hakem kalabalık içinde o yumruğu görmüyor ve es geçiyor. Ferrari maçın kötü gittiğini (!) anlamış olacak ki, bu kez kimsenin olmadığı bir pozisyonda, hiçbir yeri ve gereği yokken hem de kendi ceza alanı içinde Lugano'ya dirsek atıyor. Göstere göstere bir dirsek. Adeta hakeme 'hâlâ mı görmeyeceksin bu dirseği?' der gibi bir hareket yapıyor. Hem penaltı hem de kırmızı kart. Bu olay maçın da kırılma anı. Beşiktaş'ın bütün dengesi altüst oluyor. Maç 4-2 Fenerbahçe'nin lehine bitiyor.

Yani her şey gözlerimizin önünde, göstere göstere cereyan ediyor. Bütün herkes Ferrari'nin bu hareketinin normal olduğunu düşünse ve iddia etse beni inandıramaz. Buradan çok açık söylüyor ve yazıyorum; Ferrari'nin bu hareketi kasıtlı ve bilinçliydi. Ondan sonraki haftalarda da takımda yer alan Ferrari, şike soruşturmasının başladığı hafta apar topar Türkiye'yi terk etti. Önce İtalya'ya döndüğü söylendi ama şu anda futbol hayatını bütün gözlerden uzakta Amerika'da sürdürüyor.

Bu yazıyı ne Fenerbahçe'nin ne Beşiktaş'ın ne de Galatasaray'ın taraftarı ya da karşıtı olarak yazıyorum. Çocukluğumdan beri bir futbol izleyicisi ve bir futbol taraftarıyım. Bu nedenle yazdıklarımla ilgili kalbim çok müsterih. Sözlerimin takım aleyhtarlığı ya da destekçiliğiyle ilgisi yok. Bunun bir ahlak meselesi olduğunu düşünüyorum. Bu ahlak hırsızlıktan, yalancılıktan hiç farklı bir şey değil. Futbolun iyice bir çadır tiyatrosuna dönüşmesi ruhumuzu acıtıyor.

Tarafgirlik, adalet duygumuzu ortadan kaldırıyor. Bu yazıyı okuyan pek çok Fenerbahçeli, benim başka bir takım taraftarı olma hissiyatıyla yazdığıma inanacak ve bana çok kızacak. Ancak futboldaki bu şaibeyi temizlemedikçe temiz bir toplum olma ihtimalimiz mümkün görünmüyor. Hakkı ve adaleti kendinize doğru ne kadar sündürebilirsiniz? Ne kadar göstere göstere bir suçun üzerini örtebilirsiniz? Maşeri vicdanda ne kadar aklanabilirsiniz? 'Ben yaptım oldu' mantığıyla suçlar örtbas edilemiyor. Bu çadır tiyatrosuna en önce kendi takım taraftarlarının isyan etmesi ve kandırılmışlıklarının hesabını sormaları gerekmez mi?

Bizim federasyonumuz şike iddialarını alıp çöpe attı. Ancak bu mesele basit bir 'milyonlarca taraftarı olan kulüp' meselesi değil. Futbol demek bahis demek, futbol demek hisse senetleri demek, futbol demek büyük sektör demek, futbol demek büyük paralar demek! Federasyonumuz bütün kulüplere bu yönüyle 'istediğiniz manipülasyonu yapabilirsiniz' dedi adeta. "İstediğiniz bahsi oynayıp, istediğiniz kadar para kazanabilirsiniz. Hisse senetlerinden büyük vurgunlar yapabilirsiniz!"

İtalya Gladio ile mücadele edip onu ülkeden temizlediğinde bu temizlikten en çok etkilenen de futbol oldu. Ülke kendini temizlerken kara para aklama, kara loto, bahis ile çok kirlenen futbol buradan geri duramazdı. Yargı da geri durmadı zaten.

Temiz bir ülke için geçmiş bütün çirkinliklerden kurtulma fırsatımız hâlâ var. Korkarım böyle bir fırsat bir daha elimize geçmeyebilir.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)