HÜRRİYET- Ali Haydar bey öncelikle ne zaman nerede doğdunuz? Nasıl bir ailede büyüdünüz?
A.H.Y- 1977 yılında Ordu’da doğdum. 78 kuşağı bir ailede. 10 yaşımdayken abimin bana zorla TRT’deki pazar konserlerinde Beethoven dinletmesindeki ısrarcı tutumunu sadece sadizmine bağlasamda, 11 yaşımda yine onun sayesinde Jack London’u sevmeyi başardım. Zaten 16 yaşıma geldiğimde de Alexander Puşkin şiirlerini sular seller gibi ezberden okuyordum. 3 kardeşiz. Benden büyük bir ablam bir de abim var. Abim Amerika’da Newyork’da yaşıyor. Ablam Ordu’da.
HÜRRİYET- Fotoğraf hayatınıza ne zaman ve nasıl girdi? Bununla ilgili bir anınız var mı?
A.H.Y- Fotoğraf hayatıma lise de okuduğum yıllarda girdi. Çok da iyi anlaşamadığım abim, hem yazar hemde gazete çalışanıydı. O dönem benim için çok ilginç olmayan bu adam, fotoğraf makinesini boynuna astığında bir idole dönüşebiliyordu. Önceleri onu asiste ettim. Askerden dönünceye kadar amatör olarak fotoğrafla ilgilendim. Askerden döndüğümde ise yaşadığım şehir olan Ordu’da halka acık bir stüdyo açtım. Ancak 1 yıl içinde potansiyellerimin farkına vardım ve bulunduğum şehre sığmaz oldum. Bir dönem güneyde tatil köylerinde fotoğraf işletmeciliği yaptım. Tüm bunlar olurken sanatsal çalışmalara dönük gayretlerimde devam ediyordu. Örneğin 22 yasındaydım Türk edebiyatcıları portreleri projeme başladığımda.
HÜRRİYET- İlk yıllarda hangi fotoğrafçıları beğeniyor, takip ediyordunuz? Şimdilerde kimi beğeniyorsunuz? Neden?
A.H.Y- Herkes gibi bende Ara Güler, Sabit Kalfagil, İbrahim Zaman, Ozan Sağdıç, İsa Çelik, Nadir Ede gibi isimleri severek fotoğrafa olan ilgimi çoğalttım. Bu isimlerin hala çok değerli fotoğraf tarihimizin büyük ustaları olduklarını düşünüyorum. Kendi gelişimimde bu ustaların yararını inkâr edemem. Olgunlaşma dönemine girdiğimm şu günlerde ise Henri Cartier-Bresson, David Hurn, Imogen Cunningham, Manual Alvarez Bravo, Arnold Newman, Helmut Newton, Mary Ellen Mark, Robert Capa, Diane Arbus gibi farklı anlatım gücü olan isimleri inceliyorum. Özellikle Helmut Newton benim adamım diyebilirim zaten tarz olarakta kendime çok yakın buluyorum Newton’u. ancak burada bir husus var! Örneğin Witkin ya da Mapplethorpe’un işlerini bırakın sevmeyi, incelemeye dahi katlanamıyorum. Ama bu onların ve eserlerini yok saymam anlamına gelmiyor. Hatta kütüphanemde herbirinin albümleride yer alıyor. Burada sunu sölemek istiyorum. Bir fotoğrafçıyı tarz olarak eserlerini sevmemeniz, o fotoğrafçının kötü olduğu anlamına gelmiyor. Saudek fotoğrafla hobi olarak tanışmış yoksul bir fabrika işcisiydi sadece. biçokları tarafından uçlarda gezen eserleri bugün fotoğraf tarihinin en önemli görselleri arasında. Öyle fotoğraf çekmek istemesemde bu gerçeği kabul etmek durumundayım.
Ali Haydar Yeşilyurt, ünlü fotoğrafçı Ara Güler ile
HÜRRİYET- İlk yıllarda ne tür fotoğraflar çekiyordunuz? Yaptığınız hatalar oluyor muydu?
A.H.Y- İlk yıllarda ve hala portre fotoğrafçılığı alanında çok fazla üretimde bulundum. Glamoure, nu, stillife, endüstrial çekimler, moda alanında işlerim oldu. Ancak 2007 yılında çekimlerini yaptığım, UNESCO tarafından 3 yıl üst üste dünyanın en kaliteli müziği ödülünü alan, 25 kişiden oluşan akademik müzik topluluğu Latvia Radio Choir’un ardından, tarafıma gönderilen bir övgü mektubunda, - Avrupa’da yasayan en iyi portre fotoğrafçılarından biri olduğumu söylemeleri, beni, portre gibi fotoğrafın belkide en iddialı alanına dönük çalışmam konusunda provoke etti. Buradaki portre klasik anlamda salt yüz fotoğrafı değildir. Tümüyle insandır. Hataya gelince, hala hatalar yapıyorum. 1971 de kaybettiğimiz kuramcı yazar, Dr. Hikmet Ali Kıvılcımlı’nın çok sevdiğim bir sözü vardır. -yalnız ölüler hata yapmaz, çünkü onlar hareketsizdirler- der. Hareket ettiğim sürece hata yapmaya devam edicem. Gayretim bu hatalarımı minimize etme çabamdan ibaret.
HÜRRİYET- Fotoğraflarınızda, onun size ait olduğunu anlatan özellik(ler) nedir?
A.H.Y- O fotoğrafı görme biçimimdir. Hani sürekli bakmak ve görmek ilişkisinden söz edilir ya, benim için konunun bu kadar sığlaştırıldığı bir başka başlık olamaz. Sorun bakmak ve görmenin ötesinde daha derin bir durumdur. Görmek herkesin kabiliyetinde mevcut bir durum. Sizi farklılaştıran ise görünenin, sizin nerden gördüğünüzdür. Felsefi anlamından söz etmiyorum, baya matematiksel olarak objenizle olan açı ilişkinizin altını çiziyorum. Yani kameranızı koyduğunuz nokta ve odak ilişkisi. Bu ilişki felsefi olarakta dünyaya baktığınız yeri, sizin duruşunuzu gösterir.
HÜRRİYET- Son yıllarda daha çok hangi konulara odaklanıyorsunuz?
A.H.Y- Doğu ve batı arasındaki denge, tarihsel varoluş biçimleri, üretim ilişkilerinin toplum üzerindeki yarattığı yaşayış kültürü ve bunun ortaya çıkardığı görsel belgeye dönüşecek anlatım yollarını inceliyorum.
HÜRRİYET- "Face of Europe" projesine ne zaman ve nasıl başladınız?
A.H.Y- 2005 yılında o zamanlar kız arkadaşım olan şimdi ise Adnan ve T.Hüseyin ismindeki iki oğlumun annesi eşim Sveta’nın yaşadığı şehre ziyarete gitmemle başladı.
HÜRRİYET- İlk durağınız neresi oldu? Burada nasıl bir fotoğraf kurguladınız?
A.H.Y- Tabiki Riga. Bir kent çalışması ile başladı. Daha sonra Avrupa’nın yüzü foto-belgesel proje kapsamında ilk durak olarak Polonya Varşova’yı seçtim. Delikanlılık yıllarımdan beri bu şehre karşı bir duygusal yakınlık içindeydim. Belkide 2. dünya savaşında bu kentin tanık oldukları nedeniyledir bu duygusallığım. Gittiğimde tamda aradığımı buldum. Hiç bişey bulamamak aslında bulmak istediğim şeydi. Almanlar gelecek nesile bırakacak tek bir taş üstünde taş bırakmamışlar. Bu yıkımın ardında gelen yeni yapılanma ve üstüne çekilmiş bir kalem görüntüsündeki kent beklentimin özüydü.
HÜRRİYET- Sergide hangi ülkelerden fotoğraflar var?
A.H.Y- Fransa, İtalya, Almanya, Belçika, İsveç, Letonya, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Polonya gibi ülkeleri sanatseverler bulabilirler
HÜRRİYET- Neden 24 ülkeden farklı insan fotoğraflarını birarada göstermek istediniz, vermek istediğiniz mesaj neydi?
A.H.Y- Öncelikli nedeni su. Bu çalışmanın bırakın Türkiye de dünyada çok fazla örneği yok. Yıllar önce Henri Cartier-Bresson tarafından yapılan Avrupalılar albümü bu alanda yapılmış en kapsamlı ve bilindik çalışma. Simdi bir Türk olarak, üstadın ardından aynı konu üzerinde yol almaya çalışıyorum. Tabiki farklılıklarımız var. Breson’un çalıştığı dönemi düşünülecek olursak, onun fotoğraflarında daha feodal bir atmosfer var. Bende ise daha acımasız bir yaşamın kent insanları olduğunu düşünüyorum. Elbette çalışmanın konusuna ilişkin bir üst başlığı var. Tüketim toplumunun insanlar üzerindeki ekonomik, sosyal, moral deformasyonlarını konu alıyorum. Göstermek istediğime ise tarih ve sanat elestirmenleri karar versin. Ben sana şunu demek istedim demem, sende o duyguyu yaratamadıktan sonra bir anlam ifade etmez.
HÜRRİYET- Bu ülkelerde fotoğraf çekimleri sırasında unutamadığınız anılar oldu mu? Bunlardan örnekler verebilir misiniz?
A.H.Y- Bu soru çok soruluyor, ama gerçekten cevap bulmakta zorlanıyorum. İsveç te öpüşen iki eşcinselin fotoğrafını çektiğimi düşünüyordum ki daha sonra onların sokakta yaşayan karı koca bir çift olduğunu anladım. Prag’da ise bir bayan tarafından kocasının yanında cinsel tacize uğradım. Hatırladım en büyük travma da buydu sanırım.
HÜRRİYET- Peki genelde bu ülkelerdeki seyahatleriniz dışında unutamayacağınız şeylerle karşılaştınız mı?
A.H.Y- Avrupa ülkeleri dışında, ticari çekimler için götürüldüğüm Hindistan’da gördüğüm her şey benim için olağanüstü ilginçti. Bir zaman makinesinde gibiydim.
HÜRRİYET- Bu 24 ülkedeki fotoğraflarda doğaçlama mı, kurgu mu çalıştınız?
A.H.Y- Bunlar snapshot lardan oluşan fotoğraflar. Tabi içlerinde ufak kurguları barındırıyor. Zaten yapılan görsel belgeleme işini sanata çeviren de fotoğrafçının aradaki bu kurgu kabiliyetinden doğuyor.
HÜRRİYET- Çekimlerde ters tepkiler aldığınız oldu mu?
A.H.Y- Çok küçük istisnalar dışında Hayır olmuyor. Çünkü kimsenin fotoğrafını gizlenerek çekmiyorum. Onlar beni fark etmese bile daha sonra gidip çekim yaptığımı söyleyip, bunun onların hayatını olumsuz etkileyip etkilemiyceni soruyor, izinleri dahilinde fotoğrafı muhafaza yada imha ediyorum. Ancak itiraf etmeliyimki, bizim ülkemizde bir insanın fotoğrafını çekmek bir Avrupalıyı çekmek kadar zor değil. Bu yönüyle çok fazla enerji alıyor
HÜRRİYET- Figürlerinizi seçerken nelere dikkat ettiniz?
A.H.Y- İnsana! ve onun eşya ile olan kontrastına
HÜRRİYET- Sadece fotoğraflarınızı düşünerek cevap verirseniz bu ülkeler arasında ne tür farklar görüyorsunuz?
A.H.Y- Almanya ile Hollanda örneğin sınır. 20 Dakika mesafede. Ancak espiri anlayışından, durum reaksionlarına kadar sanki ayrı kıta insanları gibi farklılıklar barındırıyorlar. Üretim ilişkilerinden, cağrafya kadar, tarihde kültürü belirleyen bir unsur.
HÜRRİYET- Bundan sonraki projeniz nedir?
A.H.Y- 5 yıldır devam ettiğim ‘Face of Europe’ projem sadece yarılandı. Olgunlaşma evresine giren projenin bu ilk sergisi gelecek reaksionlara göre kendini gözden geçirecek. Şimdiye kadar 12-13 ülke 20 civarı Avrupa şehri fotoğraflandı. Önümüzdeki 5 yılda kalan 11 ülkeyi fotoğraflıyarak tamamlanacak. Projeyi bir albümde toplamayı istiyorum. Eş zamanlı diğer projelerimde devam edıyor tabiiki.
Ropörtaj Fotoğrafı: Orhan Oğuz